Fıkra Alemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fıkra Alemi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

MANAV ve KADIN

     Orta yaşlı bir kadın mahallede bir manava giderek kocasının çok hasta olduğunu, çalışamaz duruma düştüğünü ve yedi çocuğu ile birlikte aç kaldıklarını ve yiyeceğe ihtiyaçları olduğunu söyler.
.
   

    Manav ona ters bir şekilde bakarak derhal dükkânını terk etmesini ister.

Kadın ailesinin ihtiyaçlarını düşünerek:
          
- 'Lütfen efendim' der. 'paramız olur olmaz getirip borcumu ödeyeceğim.'

Manav kendisine bir kredi açamayacağını çünkü onun eski müşterisi olmadığını, kendisinde bir hesabının bulunmadığını söyler.

O sırada dükkânın dışında bekleyen bir müşteri ikisinin arasında devam eden bu konuşmayı dinlemektedir. 
          
İçeriye girerek manava yaklaşır ve: 'ben o kadının almak istediklerine kefilim' der. 'ailesinin ihtiyacı olan şeyleri ona ver.'
.
     

     Bunun üzerine manav çok isteksiz bir şekilde kadına döner ve "Bir alışveriş listen var mıydı?" diye sorar.

Kadın 'evet efendim' der. 'tamam' der manav. 'şimdi onu terazinin şu kefesine koy, onun ağırlığınca diğer kefeye istediklerinden koyacağım'

Kadın bir an duraklar, sonra başını önüne eğer ve çantasını açarak üzerine bir şeyler karalanmış bir kâğıt parçasını çıkartır ve manavın kendisine gösterdiği kefeye özenle bırakırken başı hala öne eğiktir.

Manavın ve diğer müşterinin gözleri terazinin kefesine dikilirken hayretle büyümüştür. 
.
      
   Manav müşteriye dönerek, kısık bir sesle 'inanamıyorum' der. 
      
İnanılacak gibi değildir.

Müşteri manava gülerken manav çoktan diğer kefeye eline geçeni doldurmaya başlamıştır ama nafile, diğer kefeyi yerinden bile kıpırdatamamıştır.

Terazinin kefesini artık üzerindekileri alamayacak kadar doldurduğunda çaresiz hepsini bir torbaya doldurar ak kadına verir.

Şaşkınlıkla üzerinde bir şeyler çiziktirilmiş kâğıdı eline alır ve okur. 

Bir de bakar ki or da bir alışveriş listesi yoktur. 

Sadece bir DUA yazılıdır.

ALLAH'IM

'Neye ihtiyacım olduğunu ancak sen bilirsin.  

Kendimi senin ellerine teslim ediyorum.'

Haber Kaynağım :
https://www.facebook.com/

Sarkozy ile Falcı :)

 
Bir gün Sarkozy, geleceğini öğrenmek için bir falcıya gider..

Falcı, bilinen tavırlaruyla güya konsantre olarak gözlerini yumar ve konuşur:

-Sizi büyük bir caddede, halkın tezahüratı arasında üzeri açık bir araba ile geçerken görüyorum.

Sarkozy sırıtır ve sorar:

-Peki halk memnun gözüküyor mu?

-Evet, her zamanki gibi.

-Halk arabanın etrafında koşuşturuyor mu?

-Evet, arabanın etrafında deliler gibi koşturuyorlar; polis yolu açmakta zorlanıyor.

-İnsanlar bayrak taşıyorlar mı?

-Evet, hem Fransa bayrakları hem de ümit ve güzel bir gelecek vadenen pankartlar taşıyorlar.


 -Sahi mi? İnsanlar bağrışıp şarkı da söylüyorlar mı?

-Evet, insanlar ümit dolu  ve güzel bir gelecek vadeden cümleler sarfederek bağırıyorlar.

-Peki, ben bu hareketlere karşı nasıl bir tavır sergiliyorum?

-Bunu göremiyorum.

-Niçin?

-Çünkü tabut kapalı!


Haber Kaynağım :
burcu / dostvedostlar@yahoogroups.com

Apolitik harikalar kumpanyası



Evet, bu yazılar yıllarını siyasetçilerin yanında / yakınında geçirmiş bir gazetecinin "apolitik notları"dır.

Kim ne der?

Ne düşünür aslında hiçte mühim değil...


Eğer bu yazılar yazılmasaydı siyasetin içinde yaşanmış fıkra gibi olaylar unutulup gidecekti. Önce dost meclislerinde anlatıldı, "katula katula" güldüler, dersler çıkarttılar...

Sonra yazarına baskı yapıp, "bunları bir kitapta toplamalısın" dediler... Neden?

Çünkü siyasetin apolitik yüzünü böylece herkese göstermeliymişim...

Kim bilir belki de birkaç asır sonra bu kitaba konu olan hadiseler yöresel ağızlarla müşahhaslaşıp dilden dile anlatılır hale gelecek. Belki de bir çoğu "size bir fıkra anlatayım" diye başlanan cümlenin ardından anlatılacak...

Kim nasıl anlatır? Nasıl kullanır ona da karışacak değilim...

Herkes aklı kadar alır, anlayışı kadar ders alır. Bunlardan nasibi olmayanda güler geçer...

Size yeni hazırladığım kitabımdan birkaç yaşanmış siyasi fıkralarla "ağır" giden siyasi havayı yumuşatır düşüncesiyle seçmece anılardan aktarıyorum.

Klişeleşen sözü de yazayım, kimse üzerine alınmasın. Burada anlatılan olaylar birebir yaşanmıştır, ancak isim ve kurumlar hayal ürünü olabilir(!)

• Yarım kalan İnşaatına Bayındırlık Bakanın'dan Çimento İsteyen Laz

Karadeniz uşağu hayatı normal akışında yaşar. Karşısındaki Bakan olsa ne yazar, Başbakan olsa ne... O normal haliyle konuşur, diyeceğini der, kızacağına da kızar...

İşte tam bir Karadeniz uşağu var karşımızda.

Bayındırlık ve İskan Bakanının cep telefonunu bulmuş bir yerden. Arasa bakmaz diye düşünmüş herhalde, o halde ne yapsın Karadenizli, mesaj butonuna basmış yazmış mesajı.

- Sayın Pakanum, inşallah eyüsündür. Bizde eyüyük. Ama bir derdumuz var. Ha ben gariban bir adamum. Bu yalan dünyada bir evim bile yok.

Azucuk param var idi başladum inşaata, eş dostta yardım etti de diktim direkleri. (İnanmassan muhtara sorabilirsun Pakanum) Şimdi inşaatum yarım kaldı.

Senden büyük rica ediyrum, cebinden veremessun biliyrum ama sen bir talimat versen birilerine bana 15 torba çimento, 5 torba kireç ile 3 kamyon kum göndersen Pakanum.

Evi bitirirsem sanada dua ederim. Beni unutma Pakanum, haber bekliyrum...

• Yangın çıkartan deliler

Orman Yangını sezonu diye bir sezon var bu ülkede. Yazın başlangıcında start alır, kışa girdik mi tamamlanır.

Ama bu demek değildir ki sezon dışında yangın olmaz. Burası Türkiye, yangın sezon falan dinlemez...

Çevre ve orman Bakanı'nı en çok meşgul eden olaylardan bir tanesidir orman yangınları.

Orman Yangını Harekat Merkezi diye bir merkez vardır ve tüm ülkenin ormanları buradan takip edilir, müdahalesi yapılır. İşte yine bir yangın sezonundayız...

Harekat merkezi saat başı yeni yangın ihbarı alıyor, ekipler oralara yönlendiriyor. Basın mensupları içinde büyük haber değeri taşıyan orman yangınları aslında farkında olmadan başka bir olayı örtüyor.

Orman Bakanı soruyor;
- Bu büyük yangına müdahale ettiniz mi?

Orman Genel Müdürü;
- Ettik sayın Bakanım. 3 Helikopter havadan, 500 işçide karadan yangına müdahale ediyor.

Bakan tekrar soruyor;
- Peki yangının sebebini de öğrendiniz mi?

Orman Genel Müdürü;
- Öğrendik sayın bakanım ama bir sorunumuz var.

Bakan;
- Nedir sorun.

Genel Müdür;
- Sayın Bakanım yangını köylüler çıkartıyor. Arazilerini genişletmek veya başka sebeplerle.

Bakan;
- Hemen suçluları bulun cezalandıralım.

Genel Müdür;
- Bulduk sayın bakanım.

Bakan;
- Çok iyi verin derhal mahkemeye.

Genel Müdür;
- Veremiyoruz Sayın Bakanım.

Bakan;
- Neden veremiyoruz? Ben size emrediyorum hemen mahkemeye vereceksiniz!

Genel Müdür;
- Sayın Bakanım köylüler yakıyor ama, suçu ortak olup köyün delisine atıyorlar. En güvenilir muhtar diye onu bilirkişi yazıyoruz. O da aynı deliyi işaret ediyor. Malum deliye verecek bir ceza yok.

"Bu sefer size oy vermeyeceğum" diyen yaşlı laz!

Karadeniz insanı her şartta farkını ortaya koyar.

Bu yüzden Karadeniz'in her vilayetinde seçim gezisi başka bir havada geçer.

Samsun'dayız...

Başkan hararetli bir seçim konuşması yaparak neden seçimlerde partilerine oy vermeleri gerektiğini anlatıyordu...

"Şu kadar duble yol yaptık...

Şu kadar fakir fukaraya maaş bağladık...

Şu kadar engelli bizim dönemimizde ilk defa maaşa bağlandı... diye devam ederken.

Orta yaşı az geçmiş kısa sakalı, uzun burnuyla bir Karadenizli bastonu yere vurup haykırdı:

- Sayın Paşkanum iyi hoş şeyler anlataysun ama ha ben bu sefer sizin partiye oy vermeyeceğum"

Başkan şaşkın vaziyettedir, sorar:

- Neden amca bir kusur mu işledik?

Amca kendinden o kadar emindir ki;

- He ya kusurun böyüğünü işledunuz. Sizin yüzünüzden evlenemiyrum.

Başkan tekrar şaşkın halde sorar;

- Amca ne ettikte bizim yüzümüzden evlenemiyorsun?

Amca sesini iyice yükseltir;

- Neden olucek, ha bu dul karileri bağladunuz maaşa istiyruk istuyruk kimse kocaya varmayor. Ne edeceğuz bu hali, dul karilar maaş alınca artık kocaya varmayorlar...

Sizin yüzünüzden evlenemeyrum, size de oy vermeyeceğum.

Haber Kaynağım :
Haber7 gazetecisi köşe yazarı Fatih Bayhan makalesidir.
http://www.haber7.com/
www.fatihbayhan.com.tr
bayhan.f@gmail.com

Otuz beş yaşından önce evlenene ceza indirimi..

Hükümet adamları kara kaplı kanun defterini açmalı.. İçine yukarıdaki başlık gibi bir hüküm koymalı..

Çünkü erkek kısmının aklı başına ancak geldiğinden evlilik halinde çıkacak vukuatlardan sorumlu sayılmazlar.. Elimde belge de var.. “Dumanaltı Aşklar..” oyununun teksti..

Bizim köşe yazılarından çıkan tek kişilik tiyatro oyununun ilk gösterisi Harbiye’deki Kent Tiyatrosu’nda yapıldı..

Gösteri saat sekizde başlıyor ama Hüseyin Avni Danyal erkenci:

“Beş buçukta tiyatroda buluşalım..” diyor..

Halkla ilişkiler yapacakmışız..

O zaten benim işim.. Ama tiyatro gösterisi, film gösterisi gibi etkinlikler söz konusu olduğunda “halkla ilişkiler” kavramı şekil değiştirir..

İlişkinin bu şekli bir nevi kendini övme seansı şeklinde geçer.. Temel prensip “Sen kendini övmezsen kimse kalkıp seni övmez” olarak şekillenmiştir..

Bunu da usturuplu yapacaksın.. Seyrek akıllı kadının kocası için ağıt yakmasına çevirmeyeceksin..

Fukara kadının kocası sizlere ömür.. Konu komşu evine toplanmış.. Adamın göçüp gitmesi kimseye dert olmadığından “temsili olarak” gönülsüz ağlıyorlar..

Dul kalan karısı da sessizce göz yaşı döküyor.. Arada bir aklında anasının ölümünden kalan eski bir ağıtı mırıldanıyor..

Komşu kadınlardan biri “Gııız” diye dürtmüş.. “Güzel bir ağıt söyle bari.. Millet kocasının öldüğüne sevindi diye laf çıkaracak..”

“Abla ben ağıt bilmem ki..”

“Bilmeyecek ne var? Sağlığında sana yaptığı iyi şeyleri makamına uydur anlat..”

Dulumuz seyrek akıllı dedik ya! Başlamış evliliğinin iyi hallerini ağıt niyetine anlatmaya..

“Azdığında beni kaldırdığı gibi yatağa vururduuu..”

“Etimi, budumu şöyle burardıııı..”

“Rahmetli memişlerimi elma gibi dişlerdiiii..”

RTÜK’ün her eve yetişecek hali yok.. Komşular panik olmuşlar.. Aklı veren “Sus gız sus!” diye paylamış..

“Sen yine eski ağıtına ağla..”

-------------------------------------------------------------------
SIGAYA ÇEKİLME

Eksik olmasınlar, pek çok televizyon kanalı; kamerasını, muhabirini göndermiş..

Hüseyin Avni ile birlikte kapanın elinde kalıyoruz..

Tiyatronun bir köşesinde o konuşuyor, bir başka köşesinde de ben kameraya dil döküyorum..

Bazen de ikimizi birden aynı kameranın karşısına dikip düet yaptırıyorlar..

Doğal olarak sorular oyuna dair.. Daha hınzırca olanları oyunun kadın erkek ilişkisine dair olduğunu bildiklerinden işi bizim özel hayatlarımıza doğru sürüyorlar..

Ben iki kez evlenmişim.. İkisi de kızımın annesi ile..

Hüseyin Avni kardeşim dünyaya evlenmek için gelmiş sanki..

“Beş nikâhı var..”

Ama kendini mazur göstermek için midir ne, sorulduğunda “Evliliklerim hepsi de otuz beş yaşımdan önce geçti başımdan..” diyor..

Yani çok küçükmüş.. Hani biraz daha sıksa kendini “İlk evliliği yaptığımda daha bıngıldağım kurumamıştı..” diyecek..

Otuz beşinden sonra üzerine bir ağırbaşlılık, bir bilgelik çökmüş.. Şuurlu bir erkek haline geldiğinden bir daha evlenmemiş..

Sokrat haklıymış..

İyi evlilik erkeği mutlu yapıyor, kötüsü de filozof..

Hüseyin Avni Danyal’ın gazeteciler karşısındaki bilgece hallerini bu açıklıyor..

Aslında hayat erkeklere evlilik öncesi bir şans veriyor..

Hani yarışma sunucusunun “Son kararınız mı?” diye sorması gibi..

O fırsatı da mahalle kuaförünün kapısında sunar..

Gelin adayının nikâhtan önce uğradığı son yer kuafördür..

Kuaförlerin yüzde doksanı da erkektir..

Kendi cinslerini evlilikten korumak için son bir gayretle evlenecek kızı önlerine oturtur, ona bir “gelin başı” yaparlar..

Artık nasıl yaparlarsa..

Evinde, sokakta kendi kendineyken son derece şirin, sevimli görünen genç kız kuaförden gelinlik giymiş bir totem olarak çıkar..

Eğer damadın korkudan kalbi yarılmamış, oradan hızla kaçmamışsa evlilikte başına gelecek her şeyi hak etmiş demektir..

-------------------------------------------------
TAVŞAN TRİBİ..

Hüseyin Avni kardeşimiz; henüz aklının ermediği otuz beş yaş öncesi dönemde bu uyarıların en sertini üçüncü evliliği öncesinde almış..

Gelin adayı kuaförden çıktığında kapıldığı dehşet yüzünden dizleri titremiş..

Peki niye kaçmamış değil mi?

İşin sırrı gelin başında.. Kuaför kıza nasıl bir şekil yaptıysa artık, gören paralize oluyormuş.. Tıpkı ışığa tutulmuş tavşan gibi..

Hüseyin Avni’nin kaçamayıp, telef olmasının sebebi de oracıkta şoklanması..

Tabii muhabirler soru sordukça böyle konuşmuyoruz..

İfadelerimiz daha çok evlilik mağduruymuşuz gibi.. Başımıza evlilik gelmiş de devlet bize sahip çıkmamış..

İşe bakın ki oraya röportaj için kim gelmişse tamamı nisa taifesinden..

Muhabirler kız, kameramanlar erkek..

Cinsiyete göre iş dağılımı böyle olunca olay röportaj olmaktan çıkıyor.. Evlilik müessesesine zarar vermekten karakolda ifademiz alınıyormuş gibi oluyor..

Bir de kız muhabirlerde “hissiyat” takıntısı var.. Hemen tamamı bana aynı soruyu sordu:

“Yazılarınızın oyun yapılması için öneri geldiğinde ne hissettiniz?”

Allah Allah! Ne hissedeceğim yahu! Teklif Hollywood’un yapımcılarından gelse bu soruyu anlarım.. Neresinden bakarsan bak beş yüz bin doları çakarsın..

Kimin cebine öyle bir para girse hissiyatı da güzelleşir..

Ben yine de cevabımı dürüstçe verdim:

“Bir şey hissetmedim, boş boş baktım..”

------------------------------------------------
“Dumanaltı Aşklar” oyununa dair fikrimi söylemeyeceğim..

Kalkıp, adımızın karıştığı bir oyunu herkesin gözüne baka baka övmek bize yakışmaz..

İnsanlar giderse gider.. Seyredince de notunu verir..

Gözlemim şöyle..

Seyrederken gülüyorlardı.. Oyundan sonra yanımıza gelenler de güzel şeyler söylüyorlardı.. Söyledikleri hoşuma gitti..

Egomun biraz şişirilmeye ihtiyacı vardı.. Sağ olsunlar, bolca karşıladılar..

Bundan sonra top Hüseyin Avni kardeşimde.. İşin yükü ve angaryası onda.. Sahnede çok iyiydi.. Rahattı..

Oyunlaştırdığı gösteriye inandığı her halinden belliydi..

Bakalım gerisi nasıl gelecek.. Rastgele arkadaşlar!

Haber Kaynağım :
Vatan Gazetesi yazarı Selahattin Duman makalesidir.
http://haber.gazetevatan.com/

'Koca yüzü görmeyen' dul kadınlar var.

Babası vefat eden çocuk, acısının hafiflediği günlerde annesini teselli etmeye çalışır.

Annesinin koca günü görmediğini sanan çocuk:

- Ah anne, sen de koca yüzü görmedin, der.

Anne ise iç çeker ve oğlunun söylediğine destek verir.

Bir gün yüzü bile görmediğinden yakınır:

- Ah oğlum ah. Bu dünya da annen koca yüzünü gördü sanırsın.

Ali, Veli Üç de ondan evvelinde, Recep, Şaban, Ramazan bir de senin rahmetlik baban.

TEMEL’iN MEKANI


Temel, Dursun ve İdris bir gökdelenin inşaatında çalışıyorlarmış... Bir gün talihsiz bir kaza olmuş ve Dursun ellinci kattan düşüp ölmüş...

Temel’le İdris, bu acılı haberi Dursun’un eşine nasıl söyleyeceklerini düşünmüşler...
Sonunda Temel demiş ki:

“-Acı haber verme konusunda deneyimliyim... Bu konuyu üstleniyorum...”

Yaklaşık iki saat sonra inşaata döndüğünde elinde bir tepsi baklava varmış... İdris merak etmiş;

-Bu baklavayı nereden aldın?...

“-Dursun’un karısı verdi...”

-Nasıl olur?... Kocasının öldüğünü söyledin, o da sana bir tepsi baklava verdi...

“-Yok öyle olmadı... Kadın kapıyı açınca ona ‘Siz Dursun’un dul eşi olmalısınız’ dedim... Bunun üzerine o da ‘Hayır ben dul değilim’ dedi...

Ben de ona ‘Bir tepsi baklavasına iddiaya var mısın’ dedim...”

Sen hocadan iyi mi bilirsin..


Geçenlerde Zile’den Hüseyin Kazan anlatmıştı.

Adamın babası ölmüş ve anası dul kalmış, evladının yanında kalır. Ancak kocasına da üzülen ana sürekli hastadır. Evlat çare olsun diye doktor doktor dolaştırır durur.

Bir defasında sırtında anası, doktorun yazıhanesinden çıkınca kaldırımda eski bir arkadaşıyla karşılaşır. Ayaküstü sohbete koyulurlar. Arkadaşı okumuş, hoca olmuştur. Kendisi çiftçilik yaptığından v.s.

-“Ananın neyi var, hayır mı?” diye sorar.

-“Valla babam öleliden beri anam hasta, gitmediğimiz doktor, çalmadığımız kapı kalmadı.”

Anası oğlunun sırtında bu sohbeti dinlemektedir. Hoca arkadaşına:

-“Yahu Ali, anana hiç ere gitmeyi (evlenmesini) teklif ettin mi?”

Arkadaşı:
-“Hocama bak! Anamın evlenecek ne hali var!”

Ana oğlunun sırtında kafasını yumruklar. Saçını çeker:

-“Gavurun dölü, sen bizim hocadan daha mı iyi mi bilirsin….”

Evlat böylece anasının hastalığını çok iyi anlamış olur.

Öbür Tarafa Çakmak Sigara..


Adam ölmüş, taze dul karısı çok sevdiği kocası ile irtibata geçebilmek için hemen bir medyuma gitmiş, trans haline geçen medyum kocasının iyi olduğunu söylemiş.

Ondan haber aldığı için sevinç gözyaşlarına boğulan kadın;

“Sorun bakalım” demiş “Bir ihtiyacı falan var mıymış?”

Tekrar trans haline geçen medyum birazdan “Kocanız sizden sigara istiyor” deyince

“Hemen” diye atılmış kadın, “Hemen bir karton göndereyim. Ama nereye göndereceğim ki?”

Medyum “Tam olarak bilemiyorum” diye cevap vermiş “Ama kibrit, çakmak falan istemediğine göre…”

Kaynak : Yıldırım Tuna Bey

Frank diye biri...


Daha sokağa adımını atar atmaz boş bir taksi bulmayı başardı.

Taksiye bindiğinde, şoför:

"Mükemmel zamanlama, aynı Frank gibisin." dedi.

-"Kim?" diye sordu.


-"Frank Feldman. O her şeyi tam zamanında yapan bir adamdı. Sokağa çıkar çıkmaz hemen taksi bulman gibi şeyleri, Frank Feldman her seferinde başarırdı."

Yolcu:
-"Bazen herkesin başının üzerinde şans bulutları dolaşır." dedi.

Şoför:
-"Hayır, Frank Feldman'ın durumu öyle değil. O her yönden süper bir adamdı. Katılsaydı teniste Grand Slam'ı kazanırdı. Golf profesyoneliydi. Bir bariton gibi şarkı söyler, bir Broadway sanatçısı gibi dans ederdi. Piyano çalışını duymalıydın. Muhteşem bir adamdı."
Yolcu;
-"Kulağa gerçekten özel biriymiş gibi geliyor." dedi.

Şoför:
-"Dahası var. Hafızası bilgisayar gibiydi. Herkesin doğum gününü hatırlardı. Şarap hakkında her şeyi, hangi şarapla ne ısmarlayacağını, hangi etin en uygun olacağını bilirdi. Her şeyi tamir edebilirdi. Benim gibi değil. Ben bir sigorta değiştirmeye kalksam, bütün sokağın elektriği gider..."

Yolcu;
-"Vay be!" dedi, "Önemli biri yani."

Şoför:

-"Frank, her zaman en çabuk gidilecek yolları bilir, tıkanıklıklara takılmaz. Benim gibi değil. Ben her zaman trafikte takılırım. Frank, hayatında bir tek hata yapmamıştır. Kadınlara nasıl davranılması gerektiğini, bir kadına kendisini iyi hissettirmeyi bilir.

Kadın haksız bile olsa, bir kere bile cevap vermezdi. Giyimine de her zaman özen gösterirdi. Ayakkabıları hep parlardı. Mükemmel bir insandı. Bir tek hata bile yapmamıştır. Hiç kimse onunla karşılaştırılamaz."

Yolcu:
-"Muhteşem birine benziyor. Nasıl tanıştın onunla?" diye sordu.

-"Frank'la aslında hiç tanışmadım. O ölmüş, ben onun kahrolası dul karısıyla evlendim.

Haber Kaynağım :
Yazar Ali GÜNDOĞDU Makalesidir.
http://www.ozgurkocaeli.com.tr/

Bir Temel Reis fıkrası :)


Arkadaşları bir gün Temel Reis'e sormuşlar :

- " Evli kadın ile dul bir kadın arasında ne fark vardır?"

- "Dul kadın kocasının nerede olduğunu iyi bilir, evli kadın bilmiyor..."

Rumuz : dlk_akn

Beni dul bırak...

Adam karısını o kadar çok sevioki,her akşam yatarken onun için şöle dua edior;

''Allah'ım... Onun başı ağrımasın, benimki ağrısın... Onun bi yeri kırılmasın, benim ki kırılsın... O üzülmesin ben üzüliym..''

Son olarak da şöyle diyor du;

''Allah'ım onu dul bırakma beni dul bırak...''

Nasrettin hoca ve dul eşi :)

Nasreddin Hocanın bir gün karısı ölmüş. Bir ay sonra kocası ölmüş dul bir kadınla evlenmiş. Evlendiği kadın Hoca ya sürekli eski kocasını anlatıyormuş. Yine bir gün yatakta kocasını anlatıyordu. İşte benim kocam şöyle yapardi, böyle yapardi...

Hoca çok sinirlenmiş ve kadina bir tekme atmış ve kadın bir an da yere düşmüş, Kadın hemen sormuş: - aman hoca niye attın beni.

Hocanında cevabı hazır: -Eee yatakta bi sen yatıyosun bi ben bide eski kocan üçümüz sıgamadık sende düştün.

Bana yaşlı dul kadının telefonunu verir misin?


İki arkadaş barda sohbet ediyormuş. "Offf" demiş biri "23 yaşında mankenlik yapan beş kuruşsuz bir sevgilim var diğer yanda 63 yaşında inanılmaz serveti olan ve benimle yaşamak isteyen yaşlı bir dul geleceğimi hangisiyle kuracağıma karar veremiyorum."


Diğeri "Saçmalama" demiş "Bu şartlarda bir saniye bile tereddüt etmezdim doğrusu.
.
Ömründe bir daha 23 yaşında bir fıstığın ilgisini çekebilir misin sanki?

Gençlik ve güzelliğin yerini ne tutabilir ki?

Hemen koş o güzel peri kızının kollarına."

Arkadaşı "Haklısın" demiş "İşte arkadaşlık bu. Akıl dolu desteğine ne kadar teşekkür etsem az." Diğeri "Önemli değil" demiş "

Bana şu yaşlı dul kadının telefonunu verir misin?"

Dul kadın dediğin böyledir

Kocasinin olumunden 6 hafta sonra kadin arkadaslariyla bulusur.

Dul Kadin anlatir :

"Kocam bana 3 zarf birakti. Birincisinde 1.000.-Euro vardi."

"Ne icin?" diye sordu birisi.

"Zarfin ustunde Mezar cicekleri icin yaziyordu. Ikinci zarftada 2.000.-Euro vardi."

"O ne icindi?"

"Bu zarfin ustunde Guzel bir tabut icin yaziyordu."

"Esin iyi dusunmus. Peki 3. zarfta ne vardi?"

"Onda 10.000.- Euro vardi ve zarfin ustunde Guzel bir Tas icin yaziyordu."

Parmagindaki yuzugu gosterip:" Bu guzel dimi?" der...

MEVZU KOCA OLUNCA

Tabip muayene ettiği kadının oğluna, annesinin dul olup olmadığını sorar ve dul olduğu cevabını alınca da;
.
— Valide hanımı mutlaka kocaya vermelisiniz. Hastalığının başkaca ilacı yoktur, der.
Kadının oğlu:

— Aman hekim efendi, altmışından sonra nasıl olur? deyince kadıncağız yattığı yerden söylenir:

—Tövbe tövbe! Ay oğul, der, sen hekimden iyi mi bileceksin?

Resimdeki dul bayanı arıyorum :)

Slm ben Kemal ressimde ki dul bayan arkadaşımı arıyorum :) Şimdi bana onu bulmamda yardımcı olurmusunuz ? :)

Nerden bileyim dul olduğunu ....



-"Kızım, müsade edersen geçebilir miyim?" diyen yaşlı amcaya -" İhtiyar ben, senin kız değilim!" diyen çocuğa cevabı: -"Nerden bileyim senin dul olduğunu."

2.8 milyon pound bagisliyorum....



Dul bir Ingiliz kadin e-mail atmis. "2.8 milyon pound bağışlıyorum sana. Çeki gönderdim. Bu parayı almak için 180 pound ücreti ödersen hepsi senin." diyordu :))

Teyo Pehlivan Fıkraları * Dul Kadın


Birgün Teyo Pehlivan Dadaşlar Kıraathanesine girer ve ''gardaşlar ben yakında dul karı alacam'' diye kahve milletinin güzel insanlarına duyurur.


Aradan uzun zaman geçtikten sonra kahve milletinin meraklı insanları Teyo Pehlivana sorar :

-"Yaa... Teyo sen dul bi karı almayacakmıydın gardaş"

Teyo Pehlivan hemen cevap verir
:

-"Hele bi dur gardaş boşansın bi hemen alacam. Acelen nee"

İstanbul da ne Kadar dul kadın var ?

Birgün doğudan bir müslüman zat istanbula ziyarete gelir.neyse gün olur gezdirirler ve gezi sonunda zat a sorar lar istanbulu gezdiniz izlenimlerinizi alabilirmiyiz diye:

Muhterem zat şöyle der: - " İstanbulda ne çok dul kadın var? " der .

Müslüman cemaat : -" Neden der. Nerden biliyosun ? Kadınların dul olup olmadiğini hepsinin kımliğine mi baktın kı;?

Muhterem zat der ki : -" Bu İstanbul da kadınların çoğu kendini boyatmış süslemiş erkeklere beğendirmek için sanki her tarafta gezip duruyorlar. Halbuki benim bildğim dul kadınlar kendilerine eş bulmak için kendilerini süslerle birilerine beğendirmek için ondan dedim.

Şimdi yorum sizn cemaat)