Akıl Oyunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Akıl Oyunu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

"Foyası çıkmak" deyimi

Kuyumcular takıların daha parlak görünmesi için çevresine foya adı verilen yansıtıcı yüzeyler koyarlar.

Genelde bunlar parlak ergene (metal) yaprak olur.

Böylece ışığı daha iyi yansıtması ve parlaklığının artması sağlanmış olur.

Bu bir tür göz boyama olduğundan, halk arasında yalan söyleyen aldatan kişilerin yalanları ortaya çıktığında "foyası çıktı" biçiminde benzetme yapılır.

Haber Kaynağım :
https://www.facebook.com/

Yehova şahitleri kimdir?

 Bu dinin kurucusu Amerikalı papaz Charles Russel’dir. İlkokul mezunudur. 1872 yılında kurmuş, 1916’da ölmüştür.

“Bin yıllık krallığın peygamberi” olarak kabul edilir.

Önceleri Protestan presbiteryan kilisesine bağlı iken, sonra Protestan congregasionalist kilisesine üye oldu. Buradan da ayrıldı.

Russel, satışa çıkardığı bir buğdayın çok fazla ürün vereceğini, bu buğdayın mucizeli olduğunu ilan etti.

Bu yalana inananlar bir avuç buğdayı 60 dolara alarak ektiler.

Fakat istenilen ürünü alamayanlar, dolandırıldıklarını anlayanlar mahkemeye verdiler.

Mahkemede bu buğdayın diğer buğdaylardan farkı olmadığını itiraf etti ve mahkum oldu.

Evlatlık kızı Rose Boly’ye tecavüz ettiği için karısı Maria Francis tarafından mahkemeye verilmiş ve mahkemede suçunu itiraf ederek hüküm giymiştir.

Mahkeme, Russel’in “yalan yere yemin eden” bir yalancı olduğuna dair de bir hüküm vermiştir.

Bu din, bir zamanlar Russelizm adıyla anılmış ve bir cins Luthercilik olarak görülmüştür.

Hedefleri tanrının denetiminde Hazret-i İsa’nın liderliğinde bir dünya krallığı, tek tip toplum düzeni kurmaktır.

Yehova şahitleri 1917-1928 yılları arasında inançlarında 148 kadar değişiklik yaptılar.

Karmakarışık bir inanç sistemi haline gelen Yehovacılık, gerçek Hıristiyanlık iddiası ile ortaya çıkmasına ve Yahudilikle Hıristiyanlık karması gibi görünmesine rağmen onlardan tamamen farklı bir inanış haline geldi.

Yehova: Bu kelimesinin aslı Yahvedir. Yahve İsraillilerin milli ilahlarının adıdır.

Bu din, önceleri Russel tarikatı” adıyla çalışıyordu. 

1931’de “Yehova şahitleri” adıyla meydana çıktı. Dört incili esas alırlar.

(İsa’nın dünya krallığı başladı) diyerek, devletlerin sonunun yaklaştığını, tarihler vererek ortaya atmışlardır.

Bu tarihler, 1914, 1918, 1925 ve 1975’tir. Tabii hepsi de boşa çıkmıştır.

Yehovacılar, yeni yorumlarla ayrı bir akım, ayrı bir Hıristiyanlık dini şeklinde görünürler.

Bazı Hıristiyanlar (İsa üç tanrıdan biridir) derler. 

Yehovacılar için tek ilah Yehova derler ise de, (İsa, Yehovanın oğludur, üstün bir varlıktır) derler.

Hazret-i İsa’yı ilah olmaktan çıkarmaları ve ruhu kabul etmemeleri Katolik, Ortodoks ve Protestanları kızdırmıştır.

Yehovacılara göre de, diğer Hıristiyanlar gibi, her çocuk günahkâr doğar. İnançlarını aşılamak için, Hıristiyanlıklarını gizlerler.

Yehova yerine “Allah” ve diğer İslami terimleri kullanırlar. Bunlara ancak cahiller kanar, dinini bilen hiçbir Müslüman kanmaz.

Bunlar ahirete inanmaz. Cennetin dünyada olacağına, Hazret-i İsa’nın oradaki krallığına inanırlar. Ruhun ölmezliğine inanmazlar.

Üçleme inancını yorumlamaları, bazı Hıristiyan mezheplerden farklı olmakla birlikte, onu reddetmezler.

Dünya onlara göre bâkidir. Kendilerini bir millete ve vatana bağlı hissetmezler. Hıristiyanlık inancını benimserler.

Hatta kendilerini asil Hıristiyan olarak tanıtırlar.

Bayrağa karşı çıkarlar, milliyet ve vatan sevgisini reddederler. Vatan bütünlüğü, vatan savunması ve askerlik yapmaya karşıdırlar.

Zina dışında herhangi bir sebeple boşanmaya ve İncillere aykırı olduğunu ileri sürerek kan nakline karşı çıkarlar.

Tatlı, okşayıcı dillerle gençleri aldatmaya, Hıristiyan yapmaya çalışıyorlar.

Çeşitli yollardan ele geçirdikleri adreslere broşür ve kitap gönderiyorlar.

Şık, süslü giyinmiş güzel kızlar, kapı kapı dolaşarak, evlere bu kitap ve broşürleri bırakıyorlar. Bu oyuna gelmemelidir.

Yahudilik dışında bütün dinleri düşman bilirler. Yöneticilerin hemen hepsi Yahudidir. Yahudilerin 19 kitabını bunlar da mukaddes kabul ederler.

144 bin seçkin Yahudinin dünyayı yönlendireceğine, Cennetin dünyada olacağına, Hazret-i İsa'nın dünyadaki Cennette krallık kuracağına, Yehovacıların dışında herkesin ölüp bir daha dirilmeyeceğine ve ölen Yehovacıların dirileceğine ve bir daha ölmeyeceğine inanırlar. 

Her çocuk günahkâr doğar derler.

Bunlar, birçok yönden Selefiyecilere (Necdilere) benzerler.

Bazıları şöyledir:

1- Yehovacılar, "İlk Hıristiyanlar gibi, İncillere sarılalım" derler. Selefiyeciler de, "Yalnız Kur'ana sarılalım" derler.

2- Yehovacılar da, selefiyeciler de mezhebe, tarikata karşıdırlar. Selefiyeciler, birçok tasavvuf büyüğüne kâfir derler.

3- Yehovacılar, ilk Hıristiyanların yolunda olduklarını söylerler. Selefiyeciler de aynı mantıkla ilk Müslümanların yolunda olduklarını söylerler. (Selef, ilk Müslümanlar manasına gelir.)

4- Yehovacılar Cehennemi inkâr ederler. Selefiyeciler de, pirleri olan İbni Teymiye gibi Cehennem sonsuz değil derler.

5- Yehovacılar, Allah insan gibi düşünür diyerek "Tanrının düşüncesi" tabirini kullanırlar. Selefiyeciler de, "Kur'ani düşünce, İslam düşüncesi" gibi tabirler kullanırlar. Halbuki İslamiyet’i bir düşünce olarak kabul etmek küfürdür.

6- Yehovacılar da Selefiyeciler de, Allah gökte derler.

7- Yehovacılar ruha inanmaz, "elektriğe benzeyen kişiliksiz bir kuvvet" derler. Bazı selefiyeciler de meleklere, rüzgar, tabiat kuvvetleri derler.

8- Yehovacılar, doğum günü kutlamazlar. Doğum günü kutlamasına yaratıklara tapınmak derler. Selefiyeciler de doğum günü olan mevlidi bid’at sayar, Peygambere tapmak derler.

9- Yehovacılar, kadere inanmazlar. Selefiyecilerin bir kısmı da kadere inanmaz.

10- İncilleri işlerine geldiği gibi yorumlar, Yehovacı olmayanlara kâfir derler. Selefiyeciler de, Kur'an-ı işlerine geldiği gibi yorumlarlar. Selefiyeci olmayanlara müşrik derler.

İbni Sebe, bir Yahudi’dir, Hıristiyanlığı bozan Pavlos da Yahudi’dir. Selefiyecilerin Yehovacılara benzemeleri tesadüf değildir.

Her bozuk fırkanın altında, bir Yahudi veya İngiliz parmağı vardır. Her taşın altında onlar gizlidir.

Haber Kaynağım :
http://www.dunyavegercekler.com/

Ağzından baklayı çıkarmak

"Ağzından baklayı çıkarmak" deyimini çoğumuz biliriz. 

"Dayanma gücü tükenip o ana dek söylemediğini söyleyivermek" anlamında bir deyimdir.

Bir söylenceye göre bu deyimin öyküsü şöyledir:

Eski dönemlerde çok söven bir kişi varmış. 

Oranın din adamı bu kişiyi çağırıp sık sık öğüt verirmiş. ,

Bir gün, söveceği sırada aklına gelip cayması için ağzında bir bakla tanesi tutmasını önermiş.

Denileni yapan sövgücü kişiye yine bir gün din adamı öğüt verirken başka biri yakışıksızca içeri dalmış ve din adamına sormuş:

"Hoca efendi sağdıcım öldü. Bana mirasının kaçta kaçı kalır?"

Sinirlenen hoca sövgücüye dönmüş:

"Çıkar ağzından şu baklayı da bu herife gerekli yanıtı kendi yöntemine göre sen ver" demiş.

Haber Kaynağım :
https://www.facebook.com/

Dananın kuyruğu kopmak

"Dananın kuyruğu kopmak" deyimini çoğumuz duymuşuzdur.

Anlamı, "beklenen veya korkulan sonucun gerçekleşmesi" olarak verilir.

Öyküsü ise bir söylenceye göre şöyledir:

Osmanlı döneminde rüşvet yemeye alışkın bir kadının önüne bir dava gelir.

Anlaşmazlığa düşen iki kişinin hangisinin haklı olduğuna karar vermesi beklenir.

Davacılardan biri hemen kadıya rüşvet olarak bir dana gönderir. 

Bunu duyan diğer davacı da bir dana gönderir.

Her iki yandan da birer dana alan kadı, karar verebilmek için bir yol düşünür.

İki dananın kuyruğunu birbirine bağlayacak ve ikisine de iğne batıracaktır.

Canı yanan danalar ters yönlere kaçmaya çalışacak, hangi dananın kuyruğu koparsa o kişi haksız olacaktır.

İşte, söylenceye göre deyim buradan gelmektedir. 

Sonucun belirlendiği son anı belirtmek veya korkulanın başa geleceğini anlatmak için kullanılır.

Haber Kaynağım :
www.suatozer.com
www.yalcinmihci.com

İpin Hesabı

Kasabanın birinde zengin bir tüccar yaşarmış.

Öleceği vakit vasiyetinde:

'Ben mezara konulduğum gün kim gelir benimle bir gece mezarda kalırsa ona servetimin yarısını bırakacağım.' demiş.

Çoluğu çocuğu, akrabaları servetin yarısı bırakılmasına rağmen bunu yerine getiremiyeceklerini düşünüyorlarmış. 

Kısa bir müddet sonra adam ölmüş.

Adamın vasiyeti kasabada zaten meşhurmuş. 

Bunu duyanlardan biri de kasabanın en ücrâ köşesinde yaşayan hamalmış.

Adamın öldüğü haberini duyunca yakınlarına kendisinin bir gece mezarda kalabileceğini söylemiş.

Bunun üzerine cenaze merasiminden sonra hamalı da adamla birlikte kabre koymuşlar.

Hamal: 'Zaten bir tane ipim bir tane de küfem var. Kaybedecek bir şeyim yok. İyi ettim de bu adamla buraya girdim.

Çıktığımda kasabanın hatırı sayılır insanlarından biri olacağım.' diye düşünüyorken bir gürültü kopmuş ve dünyada daha önce hiç karşılaşmadığı yüzlere orada rastlamış.

Gelen melekler aralarında konuşuyorlarmış: 'Bu ölü olan zaten elimizde. Onu istediğimiz vakit hesaba çekebiliriz. İlk önce şu canlı olandan başlayalım.'

Adam tir tir titriyorken başlamış melekler art arda sorular sormaya:

'Söyle bakalım ey falan oğlu filan. Küfenin ipini nereden buldun? Satın aldıysan ne kadara aldın?

Kimden aldın? Aldığın kişiyi dolandırdın mı? Hakiki değerinde mi verdin ücretini?'

Adamın dili dolanıyor sorulan sorulara cevaplar bulmaya çalışıyor ancak, o cevap verdikçe ip ile ilgili bir başka soru ile karşılaşıyormuş.

Gün ağarırken zengin adamın akrabaları gelmiş ve adamı mezardan çıkarmışlar:

- Artık kasabanın sayılı zenginlerindensin. Anlat bakalım bir gece mezarda kalmak nasıl bir duygu?

Hamal:

- Aman, lanet gitsin! İstemiyorum! Bütün mal mülk sizin olsun!

Ben bir ipin hesabını sabaha kadar veremedim, o kadar malın hesabını kıyamete kadar veremem herhalde...
.
        
Ne kadar seversen sev, bir gün ayrılacaksın.
Ne kadar toplarsan topla, bir gün bırakacaksın.
Ne kadar yaşarsan yaşa, bir gün öleceksin.
Ne yaparsan yap, bir gün hesabını vereceksin.

Haber Kaynağım :
https://www.facebook.com/

HAYAL VE GERÇEK


Orta ikide bulunan bir öğrenciye büyüdüğü zaman ne olmak ve ne yapmak istediği konusunda bir kompozisyon yazmasını istedi hocası......

Çocuk bütün gece oturup gunun birinde at çiftliğine sahip olmayı hedeflediğini anlatan 7 sayfalık bir kompozisyon yazdı.

Hayalini en ince ayrıntılarıyla anlattı.

Hatta hayalindeki 200 dönümlük çiftliğin krokisini bile çizdi. 

Binaların, ahırların ve koşu yollarının yerlerini gösterdi.

Krokiye, 200 dönümlük arazinin üzerine oturacak 1000 metrekarelik evin ayrıntılı planını da ekledi.

Ertesi gün hocasına sunduğu 7 sayfalık ödev, tam kalbinin sesiydi...

İki gün sonra ödevi geri aldı.

Kağıdın üzerinde kırmızı kalemle yazılmış kocaman bir sıfır ve Dersten sonra beni gör, uyarısı vardı.

- Neden sıfır aldım, diye merakla sordu hocasına cocuk.

- Bu senin yaşında bir çocuk için gercekçi olmayan bir hayal, dedi hocası.

- Paran yok. Gezginci bir aileden geliyorsun. Kaynağınız yok. At çiftliği kurmak büyük para gerektirir.

Önce araziyi alman lazım. Damızlık hayvanlar da alman gerekiyor. Bunu başarman imkansız.

Eğer ödevini gerçekci hedefler belirledikten sonra yeniden yazarsan, o zaman notunu yeniden gözden geçiririm.

Çocuk evine döndü ve uzun uzun düşündü. Babasına danıştı.

- Oğlum, dedi babası; Bu konuda kararını kendin vermelisin. Bu senin hayatın için oldukca önemli bir seçim!.

Çocuk bir hafta kadar düşündükten sonra ödevini hiçbir değişiklik yapmadan geri götürdü hocasına .

- Siz verdiğiniz notu degiştirmeyin... Ben de hayallerimi...

Kaynağım :
akgul adına dostvedostlar@yahoogroups.com

Hayat dediğimiz şey...

Neyzen Tevfik demiş ki,

Hayat, çatlak bardaktaki suya benzer.

İçsen de tükenir içmesen de.

Bu yüzden hayattan tat almaya bak.

Çünkü yaşasan da bitecek yaşamasan da...

Kaynağım :
Burcu adına dostvedostlar@yahoogroups.com

Cibilliyet Padişahım

Padişah, Vezir'e sormuş:

"Egitim mi önemli, cibilliyet (soy-sop, nesep) mi?"

Vezir hiç düşünmeden cevap vermiş: 

"Cibilliyet Padişahım".

Padişah memleketin her yerinden tellallar çağırtmış ve emretmiş.

Tellallar memleketin dört bir yerine dağılıp, çağrıyı tebaya iletmişler:

"Duyduk duymadık demeyin, Padişah en iyi hayvan terbiyecisine 100 kese altın verecek".

En iyi hayvan terbiyecisi Padişah'in huzuruna çıkarılmış.

Padişah hayvan terbiyecisine sormuş:

"Bir kediye tepsiyle servis yapmayı ne kadar zamanda ögretebilirsin?".

Terbiyeci cevaplamiş:

"6 ayda ögretirim Hünkarım".

6 ay dolmuş, terbiyeci huzura alınmış.

Padişah sormuş:

"Ögrettin mi?"

Terbiyeci:

"Ögrettim Hünkarım".
.
        

Saray erkanı toplanmış. Kedi elinde tepsi, servis yapmaya başlamış.

Tam vezirin önünde durmus. Bu sırada Padişah, gülen gözlerle sormuş:

"Egitim mi önemli, Cibillyet mi?".

Vezir, Padişah'in sorusuna cevap vermeden önce cebinde hazir tuttugu fareyi ortalıga salmış.

Kedi tepsiyi fırlattığı gibi farenin peşinden koşmaya başlamış.

Tabii, aldığı tüm eğitim anında yokolmuş.

Vezir cevap vermiş: "Cibilliyet padişahım".

Önüne bir fare düstüğünde, eline bir fırsat gectiğinde, çıkarları için vatanını satmaktan, milletini harcamaktan tereddüt etmeyecek yüksek eğitimli büyük kedilerden Allah bu memleketi, bu milleti muhaza etsin.

Haber Kaynağım :
mysiberius tarafından
Karthoroz@yahoogroups.com alınmıştır.

YAŞLI ANADAN 4 OĞLUNA MEKTUP !


Köyümüz şehirden yüksek mi yüksek,
Baban ihtiyarlıyor oğul, bilmem netsek
Söz dinlemiyor artık ahırdaki eşek,
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Sizi 9 ay 10 gün karnımda taşıdım
Beş oğul bir kızım için yaşadım
Şimdi halim kalmadı, gençliğimi boşadım
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul !

Köyde bacalar eskisi gibi tütmüyor,
Çorba dahi boğazımızdan geçmiyor
Takatimiz kalmadı işler bitmiyor
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Geçenlerde kasabadan köye doktor geldi
Sağlam kimse kalmadı herkese ilaç verdi
Bana da kendini yorma ansızın gidersin deyiverdi
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Eskiden köyümüzde yağız delikanlılar vardı
Al duvak içinde gelinler, giderken ağlardı
Gençler köyü terk etti, şimdi ihtiyarlar kaldı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Hani yalnız yaşayan komşumuz Ali amca vardı
O da rahmetli oldu cenazesi üç gün kaldı
Mezarını kazacak delikanlı bulunamadı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Öğrenci yokluğundan artık okul kapalı
İhtiyarlayınca, babanın döküldü saçı sakalı
Benimde dizlerim tutmaz, ağır işlere bakalı
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

İmam usandı, tayin yaptırıp gitti
Bir ezan sesi duyuyorduk o da bitti
Hastalıklar çoğaldı artık canımıza yetti
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Analarda ciğer, evlatlarda merhamet olur
Gezen görür, yaşayan ölür, eden elbet bulur
Hayır duamızı alın biz ölmeden ne olur
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!

Sizin huzurunuzu kaçırmak istemem
Gelinlerimi severim asla kin beslemem
Şimdi gelmezseniz cenazeme de istemem
Gelinlerden biri gelip, hizmet etse oğul!
                    

OĞULLARIN ANALARINA CEVABI

 (1. oğul)
Ana, şimdi Akdeniz sahillerindeyiz,
Buralar çok güzel herkese tavsiye ederiz.
Çocuklar diyor, ölürüz de asla köye gitmeyiz
Kusura bakma, çocuklar istemeden biz gelemeyiz!

 (2. oğul)
Ana, mektup yazmışsın bize boşu boşuna,
Çünkü daha açarken gitmedi hanımın hoşuna,
Sen idare et artık, bu sene de yalnız başına,
Kusura bakma, ben hanımı gönderemem ana !

 (3. oğul)
Ana, gönderdiğin mektubu şimdi okudum hanıma,
Dedi bu devirde hizmet eden var mı?, Allah aşkına,
Ne olur soğuk su katma bu yaştan sonra, pişmiş aşıma,
Kusura bakma ana, gönderemem hanımı ben sana asla!

 (4. oğul)
Ana darılma, vakit bulup ta mektubunu okuyamadım,
Şimdi okuyunca ne demek istediğini çok iyi anladım.
Benim hanımdan başka çağıracak gelin mi bulamadın?
Kusura bakma gönderemem, hanım oralara alışamaz ana !

 (5. oğul)
Ana abim söyledi, hizmete bizim hanımı çağırmışın,
Olur mu öyle şey, doğalgazdan sobalı eve nasıl alışsın.
Birde önceden başlamış günleri var, onlar yarım mı kalsın?
Kusura bakma ana gönderemem, bu sene bizimki kalsın!

(ortak çözüm)
Dört kardeş hanımlarıyla bir araya geldiler.
Anamızın isteği yerinde, acil çözüm bulalım dediler.
Bizler ne yapacağız diye düşünürken, aklı gelinler verdiler.
Kusura bakma ana, sana hizmete ancak bacımızı uygun gördüler!

Haber Kaynağım :
(Mahir Odabaşı-2009)
dostvedostlar@yahoogroups.com

Amerika da ünlü bir avukatın kaybettiği tek dava....

Ünlü bir futbolcu karısını öldürmekle suçlanıyordu . 

Futbolcu yakalanmıştı. Ama karısının cesedi ortada yoktu. Duruşma Amerikan filmlerindeki gibiydi.

Futbolcu sanık sandalyesinde oturuyordu. Kucak dolusu parayla tuttuğu avukatı jüriyi ikna etmeye uğraşıyordu:

"Sayın jüri üyeleri, müvekkilimin suçsuz olduğuna yürekten inanıyorum. Buna az sonra sizler de inanacaksınız. Neden mi? 
.
     

Bakın, şimdi 1' den 10' a kadar sayacağım ve müvekkilimin öldürdüğü iddia edilen karisi bu kapıdan içeri girecek...

1, 2, 3, 4, 5, 6, 7, 8, 9, 10...' Bütün jüri kapıya döndü. 
          
Kimse girmedi içeri . 

Avukat bir savunma dahisiydi , öldürücü hamlesini yaptı:

'Bakın, siz de kadının öldüğüne inanmıyorsunuz. Çünkü hepiniz içeri girecek diye kapıya baktınız. İşte kararı buna göre vermenizi talep ediyorum.'

Jüri, ünlü futbolcuyu suçlu bulduğunu bildirdi ve dava bu şekilde sonuçlandı.
.
       

Mahkeme çıkışında avukat , bayan jüri başkanına yaklaştı:

'10' a kadar saydığımda siz de diğer üyeler gibi kapıya bakmıştınız. Neden böyle bir karara imza attınız?'

'Doğru' dedi jüri başkanı ;

'Ben de kapıya baktım, ama müvekkiliniz kapıya bakmıyordu !..'

NOT: En iyi analist herkes bir noktaya bakarken, o noktaya yönelen bakışları izleyen kişidir.

Haber Kaynağım :
Sinem CADIRCI
e-yolla@googlegroups.com

'Dövüş Kulübü' ve erkeklik

 
Maço mantığının ilk şekillerini eski Yunan ve Roma geleneklerinde de görmek mümkündür. 

Hıristiyan ve Yahudi geleneğinde kadınlar meta olarak görülmüştür.

 Ağlamak çok doğal bir duygusal yoğunlaşma alameti iken, maço kültürlerde algı farklıdır. “Adamlığı” erkek olmakla bir tutar maço kültür. 

Sadece kadını duygusallıkla ve sadece erkeği akıl ve rasyonalite ile özdeşleştirir. Aslında gülen—hele biraz sesli gülünce—kadına da iyi gözle bakılmaz.

Ağlamak da, gülmek de çok insani duygular olur hissedilince. Taktiksel olmayınca anlam kazanırlar. Diğer mahlûkatta bu özellikler bildiğimiz kadarıyla yoktur. Olanlarda ise fizyolojik bir tepki şeklinde olup duygusallıktan uzaktır.

Sesli gülen erkeğe de “karı” gibi gülmek tarzında bir aşağılama yakıştırılır ki bu aslında erkeği güldüğü için değil, kadınsı sayılan bir özellikle ortak bir hüküm alanı olan erkekliğe bulaştırıldığı içindir.  Onun için "erkekler ağlamaz." 

 Ağlamak hem Amerikan “frontier” hem tek kanadı kopan Türk maço kültlerinde bir kadınsılık, dolayısıyla bir zayıflık ifadesi sayılır. Bu anlayışın bazı nüveleri Dede Korkut Hikâyeleri’nde erkek çocuğu olanın ak otağa, kızı olanın kara otağa oturmasında belirgindir. Töre’de olan bu algı, aslında İslam’ın öz geleneğinde yoktur.

Bu tür maço mantığının ilk şekillerini eski Yunan ve Roma geleneklerinde de görmek mümkündür. Hıristiyan ve Yahudi geleneğinde kadınlar meta olarak görülmüştür. 

Cennetten kovulmanın ve fanileşmenin nedeni olarak görülen kadınlar yılanlık, sinsilik ve zehirle özdeşleşen bir resim çerçevesine oturtulmuştur (bkz. Genesis ve Sirach). 
Yahudi geleneğinden kaynaklanan bu bakış Hıristiyanlık döneminde--İsa'nın kimi düşmüş kadınlara gösterdiği merhamet tecellilerine rağmen—Aziz Paul adındaki kadın düşmanı sayesinde yeni boyutlara taşınmış ve özellikle Ortaçağ boyunca artan bir kadından nefret ve kadın düşmanlığına kadar gitmiştir.

Bu yönelimi değiştiren Endülüs Medeniyeti oldu. Erken Rönesans dönemindeki etkisiyle Endülüs, kadının erkek nazarındaki yerini altüst etti. Değişerek günümüze kadar gelen ve kıta farkı gözetmeksizin Batı ülkelerinin ekseriyetinde görülen bir kadın tasavvuru gelişti.  

Yahudi, Grek, Roma dönemlerinde kuluçka makinesi olarak görülen kadın, Hıristiyanlıkta Meryem imajıyla yaklaşık onuncu asırdan itibaren değişti. 

Daha önceleri İsa resimleri kaplamıştı ikona ve resimleri. Sonraları unutulan bir Meryem figürü, ona öykünerek ortaya çıkmaya, edebiyata, resme yansımaya başladı.

Kadim Avrupa geleneğinde ensest ve eşcinsellik çok yaygındı. Özellikle Grek ve Roma dönemlerinde görülen bir husus vardı. 

Erkeklerin nesil devamı için evlenir, haz için hayat kadınlarına ve kapatmalarına ve safiyeti için sübyanlara, gücü için de erkeklere yönelirdi. Kadın çocuğuna “akraba” bile sayılmazdı. 

Mesela, Kadim Yunan’da bir yargılama vardır. Sonucunda Apollo, annenin akraba sayılmayacağı için annesini öldüren Orestes’in masumiyetini ilan eder (bkz. Aeschylus’ın Oresteia adlı eseri). 

Dahası, evlenmekle yaşanan şey, kadınlar için baba ve ağabey sultasından, koca sultasına girmekten ibaretti. Hukuki ve siyasi manada kadının iraptan mahalli yoktu.

Batılı kültürlerin kadına yüklediği kimi anlam ve kimlik yaftaları kadınlara bir tabiat gibi giydirilmiş, erkekler tarafından ve çoğu erkek ve kısmen kadın taifesince de kabul görmüştür. 

Kadının konumunu aşağılamak için güya psikoloji biliminin verilerinden, kadın anatomisine, kadın biyolojisinden “dini” hükümlere kadar her yol kullanılmıştır. 

Öyle ki, kadının adet görmesi bile bu cümleden olarak, kadınları suçlu hissettiren bir zül olarak ifade edilmiştir. “Erkeğin eksik olanına” kadın denirdi. Bu eksiklik de kadının erkeğe itaat etmesi gerekçesi oluyordu.

Cahilliye döneminde Arap yarımadasında yaşanan da çok farklı değildi.  Cahiliye adetleri ise sadece İslam öncesi dönemle sınırlı değildir. 

Cahiliye adetlerinin hâkim olduğu gelenekler cahiliye dönemini, yani İslam öncesi adetleri yaşatan geleneklerdir. 

Cahiliye bitmedi, dönem dönem haşmeti azaldı. Bazen mitoz bölünmeyle çoğaldı. Şekil değiştirdi, kabuk değiştirdi.  Firavun ölüp, firavunca tavırlar nasıl yaşıyorsa, onlar da yaşadı. 

Asr-ı Saadet tarihte bir dönemle özdeşleşip sonra nisyan anaforunda helezoni çizgilerle kaybolacak değerler değildir. 

Cahiliye asrını Saadet’e çeviren değerleri yaşayanlar, belki mesut olmazlar; ama bir Ömer’in, bir Ebu Bekir’in dönemine girer. Bir zihinsel zaman tâkından geçip, revaklarla mücehhez olurlar. 

Cahiliyenin kız çocuğunu zül sayması İslam döneminde şiddetle yerilmiştir. Bu tavır zımnen Allah’ın takdir ve insanları kuşatan gayb alanını inkâr, en azından ona itiraz anlamına geliyordu.  

En somut cevap ise Hz. Resul’ün neslinin devamının kızından devam etmesiyle oldu.  Hz. Peygamberin erkek çocuğu da oldu ve öldü.  

Ve hatta onun ölümüyle ay tutulması gibi hadiseleri eşleştirip anlamlandıranlar oldu.  Onun cevabı da evladının tevekkül idrakiyle aşan Resul’den geldi.  Ne ay ne de güneş insanların ölmesine binaen tutulmazlardı.

Resul-u Ekrem’in hem eşlerine hem, kızına ve genelde insanlara bakışı ortadayken, zaman içinde gelenekte yeni temalar oluştu. 
Bu gelenek Hıristiyanlıktaki gibi “Madonna” ve “Kötü kadın” arasında gidip gelen bir zaman ve idrak sarkacına endekslendi. Kopmanın tarihini tayin etmek zor, ama varlığı kesin. 

Kadına ve erkeğe ayrılan alanlarda kesin hatlı ayrışmalar yekûnunu çıkardı. Gitgide belki de “Cennet anaların ayağı altındadır” buyruğunca sadece annemizi veya anne olan “bayanları” bir kutsallık halesi içine oturttu.

Kızlarımız “emanet” olduğu için bundan biraz nasiplendi, lakin dul olan, bekâr olan “öteki” kadınlara karşı, hele hele kafamızdaki kalıplara uymuyor, sakız çiğniyor, sigara içiyorsa bakışlar, hem bir beklenti ışığıyla parlayıp hem de o beklenti eğer umuda ve ötesine dönüşmüyorsa menfur bir cinsiyet karkasına dönüşür oldu. 

Aslında, bu mantık içinde anne-eşlerin genel durumu da farklı değildir. Ondaki en büyük ideal anne-eşin anne-figürüne yaklaştığı noktadır. 

O figürden taşan tasarım kalıbını her hal ü karda kesmek icap etti. Erkek annesinin yanında ağlar, ama karısı yanında ağlayamaz. 

Annesini insan, karısını “kadın“ olarak görmesi gerektir. Ona karşı da “erkek”çe olması lazımdır.

Her hangi bir konuşmada “kadın” lafı geçtiğinde dikkat edin, o an ne annemiz ne de belki kızımız yoktur akılda. Bir meçhul, yarı meçhul, anlamadığımız, anlamaya çalışmadığımız, sevemediğimiz veya ancak kendimize, kafamızdaki süfliyetlere veya faziletlere karşılık geldiği oranda sevdiğimiz bir “kadın” şablonundan kesilen siluet belirir aniden.  

Hatta “çocukları” memlekete gönderen adam, çocuklar arasında karısını da zikretmektedir. Araba satışlarında kadın ve gençler aynı segmentte ve küçük araba tercihleriyle önce çıkarlar. 

Erkek” müteahhitler sağ olsun, evlerde en son ve az düşünülen mekânlar da kadınların en çok kullandığı mutfaktır. Nasılsa kadın bir şekilde sığacak ve sığışacaktır.

Cennet anne olsa da olmasa da eş-kadının ayaklarına serilmez nedense. Hem senelerce beraber ömür sürüp hem de bir çırpıda “kadın milleti işte” diye kadınları hiçselleştirmek içselleştirdiğimiz bir durumdur. 

Bu kafa ulaştığı, vakıf olduğu kadın sırrına değersiz, ulaşamadığına ise “kötü” gözle bakar.  
Cinsler arasında birbirini hak etmeden yüceltme ve yine hak etmeden kötüleme mantığı ciddi bir problemdir.  Bundan malul eşhasın evlilik sonrası hayatında da anneyi ya da ulaşamadığı bir kadim sevgiliyi yüceltir.

Gönlün akışı, her zaman gözün akışına göre şekillenir; büyük bir toplumsal diyalog eksikliği çıkar cinsler arasında. Muhabbetten değil, zaruretten evliliklerin kol gezdiği zamanlardayız. 

Eşlerini tesettür ile memur gören erkeklerin bir kısmında şiddetli bir göz sarkması oluşu bu problemin sonucudur. 

Anlaşılan kadınlara yönelik bir emir var iken; erkeklerin göz ve gönülleri bu emirden muaf, en azından muaftır.  Kişiler bazında başlayan şahsiyet dualitesi de böyle başlar ve kültürel bir dualiteye dönüşür. 
Hâlbuki Nur Suresi 31. Ayetten önce uyarı 30. Ayette erkekleri hizaya çekmeye matuftur.

Ve kadın hakkında aslında kültürel olan kimi davranış ve konuşma tarzları sanki evrensel ve değişmez normlarmış gibi anlatılır ve yaşanılır.  Bu mantık anneye gösterdiği sevgiyi, sevgiliye yönelttiği aşkı karısı olan kadına göstermemeyi bir marifet bilir. 

Bekârken yelkenler fora, nişanlı iken “iskele alabanda” evlenince alabora. Hatta taktikler sıralanır, evlenince eşlere “yakayı” nasıl kaptırmamak gerektiğine.  İcap ederse, dengeleyici kimi unsurlarını bir tarafa bırakarak kadınların ikincil bir secdegâhı bile olur erkek. Uzun zamandır erkeklerimiz zaten bozuktu.  

Şimdi ise kadınlarımıza sunulan kimlikler sonucu, saç renkleri, vücut ölçüleri, kendilerini sergileme tarzları, ekonomik ve kültürel şartlar, özentiler, mevcut erkek kültlerine kendilerini beğendirme arzuları, kozmetik tavırlar, giyim tarzları, dondurma ve fıstık yeme, araba sürme şekilleri, erkekler gibi olma istekleri, erkeklerce “tüketilmek” iştiyakı sonucunda onlara da yansımaya başladı yozlaşma. 

Bu kapitalist mantık önce çaktırmadan kadına sivilcesi, ter kokusu, saçlarıyla ilgili hatırlatmalarda bulunup sonra falan ürünleri kullanırlarsa “erkek arkadaşının” “son günlerde çok güzel” olduğunu duymayı, dolayısıyla bu ürünlerle erkeklerin gözüne girebileceğini anlatıyor.  

Önce uyandırıp, sonra utandırıp, daha sonra da gülücüklerle dişlerini ve dişiliklerini öne çıkarıyor. Tanımlayıp, tanıtıp, sabitleyip sonra da seyrettiriyor. 

Hamlet’in dediğini tekrarla “Danimarka ülkesinde bozulan bir şeyler var” demek geliyor içimden.  Bence esas budur erkek, kadın demeden herkesin ağlaması gereken.      
Ha, bu arada “Kadınlar Günü” kutlu olsun!

Haber Kaynağım :
Gazeteci ve Yazar "Metin Bosnak" - Haber 7 Makalesidir.
mbosnak@metinbosnak.com

Aşk sonunda dul kadınların ....

Aşk sonunda dul kadınların yanlızlığınla evlidir.

Rumuz : kbrcek

Hatasız dul olmaz...



Selam ben olur olmadık yerde akla gelen en iğrenç espriyim.
Patronunun suratına bakarken daima aklından geçenim.
Bazen hatasız dul olmaz'ım mesela...
Sizce ben nasıl bir espiriyim ?


a) Sıcak Espiri :)
b) Soğuk Espiri :)

Bir araştrma da ülkemizde yaşayan evli kadınların...

Büyük şehirlerde yapılan bir araştırma da evli kadınların %80'i geçim sıkıntısı yüzünden mutsuzmuş.

Geride kalan %20 si de zaten dul oluyor.

Rumuz : ozqekmn

Bu insanların ilişki durumlarına hayranım :)

Bu sanal dünya da ki insanların ilişki durumlarına hayranım :D
Sabah ilişkim var akŞam olunca ilişkim yok.
Sabahın ilk saatleri evli akşam olunca dul...
Ne ara evlenip boşanıyonuz valla sizleri anlayamıyorum :D

Rumuz : ertusivri

Dul kalan bir adamın ruh hali nasıldır ?

Evlenip bir şeyin değerini bilemeyen şahs-i mahluklar, boşandıktan sonra neye uğradıklarını şaşırırlar. Sevmeye aşık olmaya korkar ve hiç bir şeyi hak etmezler.

Artık bir kere adı çıkacağına canı çıksın.

En dipnot: Buna sadece gülerim.
-----------------------------------------------
Kıymeti bilinmiyor olabilir.

Muhtemelen aynı hataları bir daha yapmayacak olan, daha tecrübeli biriyle karşı karşıyayız.

Zenginse pek çok bayan için tadından yenmez.*

[bkz: bir işte batmanın verdiği satın alınamaz aydınlanma]

Ben ölürsem adın dul kalır. :(

Hani ya bir gün ben vaktinden önce ölür gidersem bu toplumun gözünde senin adın dul kalır.
Rumuz : picen63

İyi Damat Kazanılmış Bir Erkek Evlattır.

Eskiler derlerdi ki iyi damat: Kazanılmış Bir Erkek Evlattır.

Kötü Damat İse: Sonunda kızını hayal kırıklığına uğratarak mutsuz etmiş tam bir O çocuğudur...

Rumuz : mhkose

Bekariz dedin ya merak ettim sorıyım dedim

Ece dün bana bekarız dedin ya merak ettim şimdi de sorıyım dedim dullar ne zamandır bekar sıfatına girdi?
Rumuz : aycankemal

"Dul" olarak ayarladı var mı taziyesi olan. :)


Erhan "ilişkisi var" olan durumunu "Dul" olarak ayarladı var mı taziyesi olan :)
Rumuz : erhantabak