Syuu Kyi’nin başkanlığını yaptığı Ulusal Demokrasi Cephesi (NLD), 1 Nisan’da başlarında yapılacak ara seçimlerde parlamentoya girmeye hazırlanıyor.
Çok büyük bir aksilik olmazsa, Suu Kyi memleketi Yangon’a bağlı Kawhmu bölgesi milletvekili olarak ulusal parlamentoda yerini alacak.
2011 yılında yapılan seçimleri, malum gerekçelerle protesto ederek, seçimlere katılmama kararı alan NLD, aradan geçen bir yılı aşkın sürede özellikle uluslararası çevrelerin taleplerine-biraz da süpriz şekilde- olumlu karşılık veren asker destekli ve emekli generallerin yer görev aldığı ve parlamentonun yüzde 70 çoğunluğunu elinde tutan Dayanışma ve Kalkınma Birliği Partisi (USDP)’nin teşkil ettiği yeni hükümet, sergilediği reformcu adımlar neticesinde aktif siyasete geri döndü.
Mevcut hükümet demişken, bir tek ‘cepheden’ bahsedilemez elbette. Bu işin liberalleri kadar ‘şahinleri’ de var. Şimdilik şahinler pusuda durmayı tercih ediyor; liberaller ise devlet başkanı Thein Sein’in reform çabasına destek veriyor.
Bu reform sürecine şu veya bu şekilde “pozitif” katkı bağlamında ele alınabilecek gelişmeler arasında, ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, kimi senatörler, İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague, Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, Japonya Dışişleri Bakanı gibi önemli konukları ağırlayan Myanmar başkenti, aynı paralelde ülke hapishanelerindeki siyasi mahkumların bir bölümünü serbest bırakmakla kalmadı, ‘Karen’ gibi önemli bir etnik özgürlükçü harekete karşı askeri müdahalede ateşkes kararı alırken, ‘Shan Ulusal Bağımsızlık Hareketi’ yönetimiyle de uzun bir aradan sonra masaya oturarak barış sürecine adım attı.
Peki bir zamanlar aslan postuna bürünmüş olan asker kökenli ve destekli yönetimin bugün koyun rolünü oynamasının temel nedeni nedir?
Aslında bu sorunun cevabının uluslararası çevrelerde verilebildiğini söylemek güç.
Bunun göstergelerinden biri de, özellikle ABD liderliğindeki çevrelerin Myanmar’a yapılan yaptırımları kaldırmaya henüz istekli olmadığı, aksine “bekle-gör” politikasında karar kıldığı yönünde.
İzlenen politika, ortaya konulan reformcu yönelimlerin henüz başlangıç safhasında olduğu ve özellikle önümüzdeki Nisan ayı başındaki ara seçimlerde hükümetin “reform dozuyla” yakından alâkalı.
Yani Batı, yukarıda değindiğimiz ‘şahinlerin’ hamlelerini kolluyor…
Mevcut Myanmar yönetiminin girişimleri, ülkenin II. Dünya Savaşı’ndan sonra kayıp geçtiği ifade edilen 40 yılını telafi anlamı taşıyor dersek yanılmış olmayız.
13 Ocak 2012 tarihinde devlet başkanının inisitatifi ile aralarında eski başbakan Khin Nyunt, aralarında Shan Ulusal Birliği lideri Khun Tun Oo’nun da bulunduğu kimi etnik bağımsızlık hareketi liderleri, gazeteciler ve eski öğrenci liderlerinin bulunduğu 651 kişinin serbest bırakılmasıyla resmi basında “ulusal birliğe” atıf önemli bir yer tutuyordu.
Önceki yazılarımızda bahsi geçtiği üzere uluslaşma sürecinin diktatörlerce biteviye sekteye uğratıldığı Myanmar’da bugün artık, farklı bir mecraya doğru yelken açma zamanının geldiği güç odaklarınca kanıksanmış gözüküyor.
Myanmar gecikmiş tarihini yaşıyor…
Serbest bırakılan ve sayıları 600’ü bulan 88 kuşağı olarak adlandırılan siyasi tutuklular, bu ruhun yeniden diriltilmesinde meşale görevi göreceği kesin.
Meşalenin taşıyıcısı ise hiç kuşku yok ki, Suu Kyi olacak.
Batılı siyasetçilerin ve sivil toplum çevrelerinin baştacı ettiği ve kendisini “demokrasi ikonu” olarak lanse ettiği, benimse “Myanmar’ın Demokrasi Kraliçesi” demeyi uygun bulduğum Suu Kyi’nun yaklaşık bir ay sonraki seçimlerde parlamentoda temsil görevini üstlenmesinin akabinde Batı, Myanmar’a uzun süredir kapattığı ekonomi vanasını açacaktır.
Ocak ayı başında İngiliz Dışişleri Bakanı 2011 yılı Chatham ödülünü Suu Kyi’e verirken, İngiltere adına da bir ilke imza atıyor ve bu eski sömürgesine yarım yüzyıl sonra ziyarette bulunan ilk Dışişleri Bakanı unvanını kazanıyordu.
Suu Kyi’ni ödüle boğmada Fransa da geri kalmadı elbette.
Suu Kyi’ni ödüle boğmada Fransa da geri kalmadı elbette.
Fransa Dışişleri Bakanı da Legion d’Honneur madalyasını takdim etti.
Birleşmiş Milletler de izlediği Hoşgörü ve Şiddet Karşıtı siyasetten ötürü UNESCO ‘Madanjeet Singh Ödülü’nü sundu.
Birleşmiş Milletler de izlediği Hoşgörü ve Şiddet Karşıtı siyasetten ötürü UNESCO ‘Madanjeet Singh Ödülü’nü sundu.
İngilizi Fransızı olur da Alman’ı olmaz mı bu işin diyenlere, ‘elbette o da var’ şeklinde.
Alman Kalkınma Bakanı Andris Piebalgs herhangi bir madalya sunmasa da, başında bulunduğu bakanlığın adından da anlaşılacağı üzere çantasında ciddi projelerle geldiği muhtemel…
Davutoğlu Hoca’ya göz kırparak, acaba Türkiye de bir ödül takdim etse hoş olmaz mı diye içimden geçmiyor değil. Hani Mandela’nın reddettiği ödülden bir tane…
Batılı diplomatların ziyaretlerinde bozulmayan bir sıra var.
Gelen önce, son otuz yılda siyaset merkezi haline dönüşen Suu Kyi’nin evini ziyaret ediyor, akabinde başkent Naypyidav’da hükümet görevlileriyle görüşüyor. Suu Kyi’nin ödülleri hak ettiğine kuşku yok.
Gelen önce, son otuz yılda siyaset merkezi haline dönüşen Suu Kyi’nin evini ziyaret ediyor, akabinde başkent Naypyidav’da hükümet görevlileriyle görüşüyor. Suu Kyi’nin ödülleri hak ettiğine kuşku yok.
Üstüne üstlük zarafeti ve ağırbaşlılığı ile bu ödülleri halkı adına kabul ediyor. Ayrıca, bu ödüllerin sembolik olarak, ülkede göstergesel bir değere sahip olduğunu unutmayalım.
Fotoğrafın bir yanında, halka moral anlamı taşıyan bu ödüller, öte yanda, askerin varlığına karşı bir vurguyu da içinde barındırıyor.
Dünyanın kimi yerlerinde, liderlerine ısmarlama ödüller peşinde koşanları görünce, inancından başka dayanak noktası olmayan Suu Kyi’nin halkı için verdiği mücadelenin takdir edilmeyecek gibi olmadığını söylersek abartmış olmayız sanırım.
.
.
Malumu ilân etmek babında anlaşılsa da şunu tesbit etmeden geçmeyelim.
Batı elbette ekonomi kurumları ve yardımları ile gelirken, karşılığında beklenti listesini de masaya koyacaktır.
Kanaatimiz o ki, bu süreç kapalı kapılar ardında çoktan sahneye konuyor bile…
Peki 1 Nisan’daki seçimlerde ne değişir? Birincisi Suu Kyi’nin seçilmesi kesin…
İkincisi muhalefet 48 sandalyelik seçimde tüm adaylarının seçilmesi halinde bile, 440 sandalyeli parlamentoda asker destekli hükümet karşısında azınlık konumunda olacak.
Ancak, pek çok olgunun geçmişten bu yana sembolik anlamları ile işlediği Myanmar’da özgürlük ve demokrasi yanlısı muhalefetin parlamentodaki varlığı kapı aralama işlevi görecek.
En başta Suu Kyi’nin parlamentoya girişi, son yirmibeş yıldır ülkede tek başına önemli bir sembol olan bu kadının ülkedeki ezilmiş kesimleri “arzu edilebilir” değişime odaklandıracağı beklenebilir.
Özellikle, bu tip toplumlarda, güçlü liderlik salt seküler bir hadise değil, doğa-üstü bir öneme sahip olması, kazanımların katlanarak gerçekleşeceğini ortaya koyuyor. Myanmar'da bugünlerdeki manzara da bunun açık bir göstergesi.
Seçim kampanyası için tıpkı 1987’de olduğu gibi ülkenin önemli bölgelerini turlayan 66 yaşındaki Suu Kyi onbinleri meydanlara çekebilecek bir karizmaya sahip.
Geçen hafta Mandalay’daki mitinge 100 bin kişinin katılması ifade etmeye çalıştığımız olguyu biraz anlaşılır kılıyor olmalı.
Mitingleri takip eden Min Thu adlı gazeteci Suu Kyi’i pop star’a benzetiyor. Thu, halt etmiş…
Bilmiyor ki, modern dönemin pop starları yarı-tanrı veya tanrıça figürlerinden başka bir şey değiller…
Myanmar halkının mitinglerde Suu Kyi’ye dokunmak istemelerinin sebebi, ‘tensel’ bir anlam değil, alabildiğine kutsanmışlıkla dolu yüce bir bağlılığın ve bundan devşirilecek arınmışlığın ifadesidir olsa olsa…
Bu vesileyle beyaz perdeye aktarılan ve yeni vizyona girmiş Suu Kyi filminin de, öyle şen şakrak, parıltılı bir film değilde, alabildiğine ‘gri’ renklerin hakim olduğu bir formatta olmasını beklerdim.
Çünkü Suu Kyi’nin tüm yaşamı ve mücadelesi belgesel ağırlığında işlenmeye değer, yoksa popülerlik basitliğinde değil…
1 Nisan’ı sadece seçim bölgesi Yangon’la sınırlamayan, aksine bir “hep-hiç” olgusuyla denkleştiren Suu Kyi’nin ülkeyi bir baştan bir başa dolaşması, halkın yukarıda dile getirdiğim “yarı-tanrıça” figüründen beklentilerine karşılık geliyor.
Çünkü bu kazanım, Suu Ki’nin değil, on yıllarca ezilmiş ve horlanmış bir halkın yeniden gün ışığıyla kavuşması anlamı taşıyor.
Yoksa babasını derin devlete kurban vermiş, annesini bir hastane köşesinde yitirmiş, görece genç yaşında dul kalmış bir kadının dünyadan beklentisi ne olabilir. Bekleyelim ve görelim…
Haber Kaynağım :
Bu makale "Mehmet Özay " Dünya Bülteninden alınmıştır.
http://www.dunyabulteni.net/