Fransa’da merkez sağcı Halk Hareketi Birliği’nin (UMP) adayı Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, 1958’de başlayan 5. Cumhuriyet tarihine, ‘ikinci kez girdiği seçimlerin ilk turunu kaybeden’ lider olarak geçti.
İkinci tur 6 Mayıs’ta Sarkozy ile Sosyalist Partili rakibi Françoise Hollande arasında.
Sarkozy, beş yıllık görev süresince kibriyle herkesi bezdirdi, Fransızların ağzında buruk tad bıraktı.
Dolayısıyla süreci izleyen herkes, Sarkozy’nin ‘neden seçilemeyeceğini’ izahla meşgul.
Karambolde silik ve karizma yoksunu Hollande’ın ‘nasıl olup seçileceğiyle’ fazla ilgilenen yok.
2002 seçimindeki sabıkaları ortada olan araştırma şirketleri Sarkozy’yi Hollande’ın 8-10 puan arkasında gösteriyor.
Kendisi için adeta referanduma dönüştürülecek olan ikinci turda Sarkozy’nin işinin çok zor olacağına şüphe yok.
Lakin ilk turda beliren Fransız sağı ve solunun matematiksel denklemi, insani her açıdan temkinli olmaya zorluyor.
22 Mayıs’taki ilk turun ardından solun vaziyeti şöyle: Sosyalist Hollande yüzde 28.6 oranında oy aldı. Daha sol kanatta Jean-Luc Melenchon yüzde 11.1’le umduğunu tutturamadı.
İki sol adayın kaba toplamı yüzde 40. Fransız sağının tablosu ise şöyle: Sarkozy, son çabalarına karşın Hollande’ın 1.5 puan gerisinde yüzde 27.1’de takıldı.
Ulusal Cephe’nin kadın lideri Marine Le Pen, babasının 2002’de Sosyalist Lionel Jospin’i ilk turda eleyerek sürpriz yaptığı yüzde 16.8’ı egale edip yüzde 17.9 oranını bularak herkesi şaşırttı.
Merkez sağdan sola meyleden François Bayrou ise 9.1’de kaldı. Fransız sağcının kaba toplamı da böylece yüzde 54.1. ‘Kaba toplam’ diyorum, zira ne aşırı sağ seçmenin Sarkozy’ye, ne de Bayrou’nun merkez sağcılarının Hollande’a yöneleceğinin garantisi yok.
Elbette Sarkozy’nin işi daha zor. Yenilgiden kurtulmak için Ulusal Cephe seçmeninin yüzde 80’ine ihtiyacı var. 2007’de yüzde 70’lik oranı koparmıştı, fakat bu kez anketler ancak yüzde 45-60’ını alabileceğini söylüyor.
Bayrou ise açık mektup yayımlayıp Sarkozy’ye ‘absürt ve saldırgan’ diye çıkıştı, kitlesini adeta Hollande’a yönlendirdi. Tabi ne kadarının içine sinecek, orası meçhul.
Anlaşılan Hollande için asıl kritik olan seçmenin ilk turdaki gibi yüzde 80’i bulan katılım sergilemesi.
Bu koşullarda bence daha dikkatle izlenmesi gereken iki mesele var.
Birisi aşırı sağcı Ulusal Cephe ve salt Fransa’da değil, Avrupa çapında aşırı sağın ‘popülist sağa’ evrilişi sürecinde dikkat çeken kadın lideri Marine Le Pen.
Diğeri ise Hollande seçilirse Fransa-Almanya ekseninde Avrupa politikalarının nasıl şekillenebileceği...
İlk turun en mühim sonucu aşırı sağ ve sola giden oylar. Yüzde 30’luk kitle ‘merkezden uçlara kaçtı’.
Aslan payı Le Pen’in elbette. Sarkozy’nin 2007 seçiminde yüzde 10’lara ittiği Ulusal Cephe; ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik gibi faktörlerin de etkisiyle Fransız alt sınıfı için alternatif haline geliyor.
Kadın siyasetçi de bu seçim sürecinde ‘alt sınıfın dilini konuşan, kaygılarını anlayan’ lider olup çıkıverdi.
Kampanyasında ekonomik ve mali totaliterliğe karşı korumacılığı öne çıkardı, euro bölgesinden çıkmaktan söz etti, körüklenen göçmen ve yabancı tartışmalarından nemalandı.
Anti-Semitik, soykırımı sorgulayan, açıkça hoşgörüsüz ve ırkçı olan babası Jean-Marie Le Pen’in gürültücü Ulusal Cephesi’ni ‘popülist sağa’ çeken üslubunu hafife almamalı. Zira bu yeni yüzyıldaki tehlikenin habercisi…
Marine Le Pen bu bağlamda partisini ‘sistem karşıtı’ olmaktan çıkarıp ‘kanun ve nizam ve cumhuriyetçi değerlerle’ beziyor, yeni imajı kadın kişiliğiyle ‘renklendiriyor’.
Misal dul bir kadın olarak kadınların neden kürtaj hakkı istediğini anladığını söylüyor; anti-Semitik retoriği gömerken, İran’da kadınların taşlanması, Mısır’da Kıptilerin hedef olması gibi örneklerden yola çıkarak İslam karşıtlığını temellendiriyor.
Müslümanları ‘kadınlara, homoseksüellere ve Yahudilere hoşgörüsüz olduğu’ ve ‘Fransız değerlerini paylaşmadıkları’ gerekçesiyle itham ediyor.
Ama bu arada da ‘kaba ırkçı’ imajdan sıyrılmaya çalışıyor. Fransız toplumunun üçte ikisi ulusal Cephe’yi kategorik olarak reddetse bile, anketler, Fransızların yüzde 23’ünün İslam’dan aslında hoşlanmadığına işaret.
Bunun gerekçesi ise İslam’ın ‘farklı bir kültür olarak reddedilmesiyle’ değil, ‘seküler düzen, feminizm, cinsel eşitlikle’ özdeşleştirilen ‘ilericilik’ algısıyla alakalı.
Baksanıza Sosyalist Hollande bile aşırı sağcı seçmenleri anladığını belirtip, burka yasağının devamından yana duruyor.
Le Pen’in stratejisi kısa, orta ve uzun vadede tutuyor. Muhtemelen ilk sonuçları hazirandaki parlamento seçimlerinde göreceğiz. Ulusal Cephe, 1986’dan beri ilk kez parlamentoda sandalye kapmazsa şaşmak lazım.
Nitekim Sarkozy, ilk turun ardından çok ihtiyaç duyduğu Le Pen’in 6.4 milyon seçmenine, “Mesajınızı aldım, sizi anlıyorum” selamı çakıp, Ulusal Cephe ile ittifakı dışladı.
Lakin ironiktir UMP’ye oy verenlerin üçte ikisi bu ittifaka sıcak bakıyor.
Seçmenlerini kime yönlendireceğini 1 Mayıs’ta açıklayacak olan Marine Le Pen ise Sarkozy’nin terslemesine aldırmadı, “Sosyalist ve Ulusal Cephe adayları yarışsaydı, UMP ve Cumhurbaşkanı benim adayımı mı desteklerdi, yoksa Sosyalist adayı mı” diye sordu, “Bu sorunun yanıtını hala bilmiyorum. Bekliyorum” dedi.
Le Pen, Sarkozy’ye olur da destek verirse, fikirlerini merkez sağa daha içkin kılmış olacak. Ama bana kalırsa Sarkozy’ye destek vermezse daha karlı çıkar…
Zira zaten iç bölünmeler yaşayan UMP, Sarkozy’nin yenilgisi halinde daha da karışabilir.
Dolayısıyla Ulusal Cephe’nin belki bir isim değişikliğine bile yönelerek önümüzdeki dönemde daha da güçenmesinin yolu açılır. UMP’nin çatlaması, Ulusal Cephe’nin patlaması olur mu?
Zira esasında yeni çağın ‘aşırı sağcısı’ olarak Marine Le Pen’in arzusu açık. Diğer Avrupa ülkelerindeki ‘popülist sağın’ son dönemdeki pozisyonuna erişmek.
İtalya’da yıllardır iktidar ortağı olan Kuzey Birliği, Hollanda’da hükümet çökerten Geert Wilders’in partisi, İsveç’te parlamentoda en son 20 sandalye elde eden Demokratlar gibi...
Gelelim ikinci meseleye… Avrupa ekonomik ve siyasi entegrasyon projesi düşünülürse, Fransız seçimlerinin sınırlar ötesi rolü aşikar.
Ve zaferi çantada keklik olmasa bile herkesin favorisi görünen Hollande, şimdiden cumhurbaşkanı seçilirse başına geleceklere dair kara kara düşünüyor olsa gerek.
Fransa’dan kemer sıkması beklenirken, Hollande, zenginlere ve büyük şirketlere daha yüksek vergiler, 60 bin yeni öğretmen alımı vaadinde bulunuyor, daha mühimi Almanya ile sıkı bütçe anlaşmasını büyüme hedefini öne çıkaracak şekilde yeniden müzakere etmekte ısrarlı.
Sosyalist lider, kampanya sürecinde kendisiyle görüşmeyi açıkça reddeden ve adeta Sarkozy seçilsin diye dualar eden Alman Şansölyesi’ne meydan okudu, “Bütçe anlaşmasını yeniden müzakere edeceğim. Bayan Merkel bunu biliyor.
Ve eğer Fransızlar bana destek verirse ilk ziyaretim kendisine Fransızların farklı türde bir Avrupa için oy kullandıklarını kendisine sergilemek için olacak” dedi. Merkel’in yanıtı gecikmedi.
Euro krizini Alman disipliniyle teskin etmeye çalışan, besbelli ki orta ve uzun vadede bir ‘çekirdek AB’ kurgularıyla iştigal eden Alman lideri, cevabı hemen yapıştırdı. “Sıkı bütçe anlaşması müzakere edildi, 25 ülkenin hükümetleri tarafından imzalandı ve Portekiz ile Yunanistan’da onaylandı.
Avrupa çapında parlamentolar anlaşmayı onaylamanın eşiğinde. İrlanda’da mayıs sonunda referandum var. Bu müzakere edilebilir bir şey değil” dedi, büyüme hedeflerine dair eleştirileri de reddetti.
İki liderin yıldızlarının barışması kolay görünmüyor. Rivayet o ki Merkel ile diğer muhafazakar AB liderleri Hollande’ı boykot etmeyi dahi tartışmışlar. Anlaşılan Hollande seçilirse Fransız-Alman ekseninin ‘kayma’ olasılığı yabana atılır gibi değil…
Meselenin 2013’te Almanya’daki seçimlere etkisi de cabası…
Avrupa’nın yeniden sosyal demokrat bir yönelime girme olasılığı olur mu, kestirmek zor, fakat Fransız seçimi Avrupalıların yeni yeni ‘seçimleri’ için bir nevi mihenk taşı.
İkinci tur 6 Mayıs’ta Sarkozy ile Sosyalist Partili rakibi Françoise Hollande arasında.
Sarkozy, beş yıllık görev süresince kibriyle herkesi bezdirdi, Fransızların ağzında buruk tad bıraktı.
Dolayısıyla süreci izleyen herkes, Sarkozy’nin ‘neden seçilemeyeceğini’ izahla meşgul.
Karambolde silik ve karizma yoksunu Hollande’ın ‘nasıl olup seçileceğiyle’ fazla ilgilenen yok.
2002 seçimindeki sabıkaları ortada olan araştırma şirketleri Sarkozy’yi Hollande’ın 8-10 puan arkasında gösteriyor.
Kendisi için adeta referanduma dönüştürülecek olan ikinci turda Sarkozy’nin işinin çok zor olacağına şüphe yok.
Lakin ilk turda beliren Fransız sağı ve solunun matematiksel denklemi, insani her açıdan temkinli olmaya zorluyor.
KABA TOPLAMLAR...
22 Mayıs’taki ilk turun ardından solun vaziyeti şöyle: Sosyalist Hollande yüzde 28.6 oranında oy aldı. Daha sol kanatta Jean-Luc Melenchon yüzde 11.1’le umduğunu tutturamadı.
İki sol adayın kaba toplamı yüzde 40. Fransız sağının tablosu ise şöyle: Sarkozy, son çabalarına karşın Hollande’ın 1.5 puan gerisinde yüzde 27.1’de takıldı.
Ulusal Cephe’nin kadın lideri Marine Le Pen, babasının 2002’de Sosyalist Lionel Jospin’i ilk turda eleyerek sürpriz yaptığı yüzde 16.8’ı egale edip yüzde 17.9 oranını bularak herkesi şaşırttı.
Merkez sağdan sola meyleden François Bayrou ise 9.1’de kaldı. Fransız sağcının kaba toplamı da böylece yüzde 54.1. ‘Kaba toplam’ diyorum, zira ne aşırı sağ seçmenin Sarkozy’ye, ne de Bayrou’nun merkez sağcılarının Hollande’a yöneleceğinin garantisi yok.
Elbette Sarkozy’nin işi daha zor. Yenilgiden kurtulmak için Ulusal Cephe seçmeninin yüzde 80’ine ihtiyacı var. 2007’de yüzde 70’lik oranı koparmıştı, fakat bu kez anketler ancak yüzde 45-60’ını alabileceğini söylüyor.
Bayrou ise açık mektup yayımlayıp Sarkozy’ye ‘absürt ve saldırgan’ diye çıkıştı, kitlesini adeta Hollande’a yönlendirdi. Tabi ne kadarının içine sinecek, orası meçhul.
Anlaşılan Hollande için asıl kritik olan seçmenin ilk turdaki gibi yüzde 80’i bulan katılım sergilemesi.
Bu koşullarda bence daha dikkatle izlenmesi gereken iki mesele var.
Birisi aşırı sağcı Ulusal Cephe ve salt Fransa’da değil, Avrupa çapında aşırı sağın ‘popülist sağa’ evrilişi sürecinde dikkat çeken kadın lideri Marine Le Pen.
Diğeri ise Hollande seçilirse Fransa-Almanya ekseninde Avrupa politikalarının nasıl şekillenebileceği...
AŞIRI SAĞIN 'İMAJ DEĞİŞİMİ'
İlk turun en mühim sonucu aşırı sağ ve sola giden oylar. Yüzde 30’luk kitle ‘merkezden uçlara kaçtı’.
Aslan payı Le Pen’in elbette. Sarkozy’nin 2007 seçiminde yüzde 10’lara ittiği Ulusal Cephe; ekonomik kriz, yoksulluk, işsizlik gibi faktörlerin de etkisiyle Fransız alt sınıfı için alternatif haline geliyor.
Kadın siyasetçi de bu seçim sürecinde ‘alt sınıfın dilini konuşan, kaygılarını anlayan’ lider olup çıkıverdi.
Kampanyasında ekonomik ve mali totaliterliğe karşı korumacılığı öne çıkardı, euro bölgesinden çıkmaktan söz etti, körüklenen göçmen ve yabancı tartışmalarından nemalandı.
Anti-Semitik, soykırımı sorgulayan, açıkça hoşgörüsüz ve ırkçı olan babası Jean-Marie Le Pen’in gürültücü Ulusal Cephesi’ni ‘popülist sağa’ çeken üslubunu hafife almamalı. Zira bu yeni yüzyıldaki tehlikenin habercisi…
Marine Le Pen bu bağlamda partisini ‘sistem karşıtı’ olmaktan çıkarıp ‘kanun ve nizam ve cumhuriyetçi değerlerle’ beziyor, yeni imajı kadın kişiliğiyle ‘renklendiriyor’.
Misal dul bir kadın olarak kadınların neden kürtaj hakkı istediğini anladığını söylüyor; anti-Semitik retoriği gömerken, İran’da kadınların taşlanması, Mısır’da Kıptilerin hedef olması gibi örneklerden yola çıkarak İslam karşıtlığını temellendiriyor.
Müslümanları ‘kadınlara, homoseksüellere ve Yahudilere hoşgörüsüz olduğu’ ve ‘Fransız değerlerini paylaşmadıkları’ gerekçesiyle itham ediyor.
Ama bu arada da ‘kaba ırkçı’ imajdan sıyrılmaya çalışıyor. Fransız toplumunun üçte ikisi ulusal Cephe’yi kategorik olarak reddetse bile, anketler, Fransızların yüzde 23’ünün İslam’dan aslında hoşlanmadığına işaret.
Bunun gerekçesi ise İslam’ın ‘farklı bir kültür olarak reddedilmesiyle’ değil, ‘seküler düzen, feminizm, cinsel eşitlikle’ özdeşleştirilen ‘ilericilik’ algısıyla alakalı.
Baksanıza Sosyalist Hollande bile aşırı sağcı seçmenleri anladığını belirtip, burka yasağının devamından yana duruyor.
Le Pen’in stratejisi kısa, orta ve uzun vadede tutuyor. Muhtemelen ilk sonuçları hazirandaki parlamento seçimlerinde göreceğiz. Ulusal Cephe, 1986’dan beri ilk kez parlamentoda sandalye kapmazsa şaşmak lazım.
YENİ ÇAĞIN 'AŞIRI SAĞCISI'...
Nitekim Sarkozy, ilk turun ardından çok ihtiyaç duyduğu Le Pen’in 6.4 milyon seçmenine, “Mesajınızı aldım, sizi anlıyorum” selamı çakıp, Ulusal Cephe ile ittifakı dışladı.
Lakin ironiktir UMP’ye oy verenlerin üçte ikisi bu ittifaka sıcak bakıyor.
Seçmenlerini kime yönlendireceğini 1 Mayıs’ta açıklayacak olan Marine Le Pen ise Sarkozy’nin terslemesine aldırmadı, “Sosyalist ve Ulusal Cephe adayları yarışsaydı, UMP ve Cumhurbaşkanı benim adayımı mı desteklerdi, yoksa Sosyalist adayı mı” diye sordu, “Bu sorunun yanıtını hala bilmiyorum. Bekliyorum” dedi.
Le Pen, Sarkozy’ye olur da destek verirse, fikirlerini merkez sağa daha içkin kılmış olacak. Ama bana kalırsa Sarkozy’ye destek vermezse daha karlı çıkar…
Zira zaten iç bölünmeler yaşayan UMP, Sarkozy’nin yenilgisi halinde daha da karışabilir.
Dolayısıyla Ulusal Cephe’nin belki bir isim değişikliğine bile yönelerek önümüzdeki dönemde daha da güçenmesinin yolu açılır. UMP’nin çatlaması, Ulusal Cephe’nin patlaması olur mu?
Zira esasında yeni çağın ‘aşırı sağcısı’ olarak Marine Le Pen’in arzusu açık. Diğer Avrupa ülkelerindeki ‘popülist sağın’ son dönemdeki pozisyonuna erişmek.
İtalya’da yıllardır iktidar ortağı olan Kuzey Birliği, Hollanda’da hükümet çökerten Geert Wilders’in partisi, İsveç’te parlamentoda en son 20 sandalye elde eden Demokratlar gibi...
HOLLANDE İLE MERKEL'İN 'ATIŞMASI'
Gelelim ikinci meseleye… Avrupa ekonomik ve siyasi entegrasyon projesi düşünülürse, Fransız seçimlerinin sınırlar ötesi rolü aşikar.
Ve zaferi çantada keklik olmasa bile herkesin favorisi görünen Hollande, şimdiden cumhurbaşkanı seçilirse başına geleceklere dair kara kara düşünüyor olsa gerek.
Fransa’dan kemer sıkması beklenirken, Hollande, zenginlere ve büyük şirketlere daha yüksek vergiler, 60 bin yeni öğretmen alımı vaadinde bulunuyor, daha mühimi Almanya ile sıkı bütçe anlaşmasını büyüme hedefini öne çıkaracak şekilde yeniden müzakere etmekte ısrarlı.
Sosyalist lider, kampanya sürecinde kendisiyle görüşmeyi açıkça reddeden ve adeta Sarkozy seçilsin diye dualar eden Alman Şansölyesi’ne meydan okudu, “Bütçe anlaşmasını yeniden müzakere edeceğim. Bayan Merkel bunu biliyor.
Ve eğer Fransızlar bana destek verirse ilk ziyaretim kendisine Fransızların farklı türde bir Avrupa için oy kullandıklarını kendisine sergilemek için olacak” dedi. Merkel’in yanıtı gecikmedi.
Euro krizini Alman disipliniyle teskin etmeye çalışan, besbelli ki orta ve uzun vadede bir ‘çekirdek AB’ kurgularıyla iştigal eden Alman lideri, cevabı hemen yapıştırdı. “Sıkı bütçe anlaşması müzakere edildi, 25 ülkenin hükümetleri tarafından imzalandı ve Portekiz ile Yunanistan’da onaylandı.
Avrupa çapında parlamentolar anlaşmayı onaylamanın eşiğinde. İrlanda’da mayıs sonunda referandum var. Bu müzakere edilebilir bir şey değil” dedi, büyüme hedeflerine dair eleştirileri de reddetti.
FRANSIZ-ALMAN EKSENİ 'KAYMAYA' YÜZTUTTU
İki liderin yıldızlarının barışması kolay görünmüyor. Rivayet o ki Merkel ile diğer muhafazakar AB liderleri Hollande’ı boykot etmeyi dahi tartışmışlar. Anlaşılan Hollande seçilirse Fransız-Alman ekseninin ‘kayma’ olasılığı yabana atılır gibi değil…
Meselenin 2013’te Almanya’daki seçimlere etkisi de cabası…
Avrupa’nın yeniden sosyal demokrat bir yönelime girme olasılığı olur mu, kestirmek zor, fakat Fransız seçimi Avrupalıların yeni yeni ‘seçimleri’ için bir nevi mihenk taşı.
Haber Kaynağım :
Gazeteci Ceyda Karan haber yazısıdır.
http://www.haberturk.com/