
Küresel güçlerin Ortadoğu ve İslam dünyası üzerindeki paylaşım mücadeleleri her geçen gün biraz daha açığa çıkarken, bölge içi çatışma potansiyelleri de aktif hale geçiyor.
Belirtmek gerekir ki, çatışmalar sadece iç ihtilaflardan,
tarihten gelen olumsuz mirastan kaynaklanmıyor, çatışmalarda
uluslararası rekabet alanının Ortadoğu olarak seçilmesi önemli rol
oynuyor.
Özellikle Anglosakson güçler, İslam dünyasını "entegre
edilmemiş boşluk" kabul edip, bölgeyi son bileşenlerine ayırıyor, her
bileşeni diğerlerine karşı özerkleştiriyor, ona kendi üzerine
kapanmasına yarayacak 'sert kimlik' kazandırıyor, sonra da her unsuru
diğerleriyle çatıştırarak düzen vermek istiyorlar.
Bölgemiz rengarenk
bir bahçe gibidir, tarih boyunca farklı din, mezhep ve kavimlerden
müteşekkil olarak büyük devletlerin siyasi ve idari şemsiyesi altında
yaşamıştır; siyasi birliğin sağlanamadığı zamanlarda bile din,
unsurların birbirleriyle barbarca çatışmalarının önüne geçebilmiştir.
Bugün durum farklı, iki önemli sebep çatışma potansiyellerini artırmaya
ve aktif hale getirmeye hizmet ediyor:
Bunlardan biri, bölge içi farklı
unsurların iktidar seçkinleri İslamiyet'i yeni bir toplumsal ve politik
düzen kurucu referans görmekte zaaf gösteriyorlar.
Diğeri dış güçlerin
sonu felakete gidecek çatışmaları planlamada ve uygulamada sahip
oldukları başarı katsayısının yüksekliği.
"Yaratıcı kaos" doktrini çerçevesinde sürdürülen mezhep
çatışmalarında Amerikalılar başrol oynamaktadırlar. Mayıs-2007 yılında
konuşan eski bir Iraklı subayın itirafları dudak uçuklatıyordu.
Ajan
provokatör şöyle diyordu: "Bir gün Şiilerin yoğun olduğu Azamiye'de bir
Şii, ertesi gün Sadr kentinde bir Sünni'yi öldürüyorduk. Bu iş için
Amerikalıların kurduğu bir 'kirli işler ekibi' var.
Söz konusu ekip
özellikle kalabalık pazarlarda bombalı araç patlatma konusunda uzman.
Amerikan güçlerinin kullandığı en yaygın bombalı araç planı, Iraklılara
ait araçlarda arama yapılırken bomba düzeneği yerleştirme şeklinde
oluyor" (Yeni Şafak, 12 Mayıs 2007).
Karşılıklı olarak Sünni ve Şiilerin öldürülmesi, cami, türbe veya
pazar yerlerinin kitlesel ölümlere yol açacak şekilde bombalanması
belli bir doktrin çerçevesinde yürüyor.
CIA'nın eski Ortadoğu bölge şefi
Robert Baer'in bu konuda söyledikleri hayli ilginç: "Sünni-Şii savaşını
tetikleyelim. Biz Amerikalılar niye ölelim ki! Bırakalım (Sünni-Şii)
Müslümanlar birbirlerini öldürsünler" (Nilgün Cerrahoğlu, Cumhuriyet, 14
Nisan 2012.)
İşgalden bu yana Irak'ta yaklaşık 1 milyon insan hayatını
kaybetti, milyonlarca insan göçmen durumuna düştü veya kendi yurtlarında
yer değiştirmek zorunda kaldı, yüz binlerce çocuk yetim, kadın dul. Bugün Irak fiilen üçe bölünüyor, bölünmeyi tetikleyen ana unsur mezhep ve etnik kimliklerin sert çekirdekler şeklinde birbirleriyle çatıştırılmaları.
Fakat elbette mezhep ve etnik çatışma Irak'la sınırlı
değil, Suriye sorununa bir çözüm bulunamazsa bu ülke de derin bir mezhep
ve etnik çatışmanın içine sürüklenecek; bu çatışma Türkiye ve diğer
bölge ülkelerini de içine alacak kadar ciddi ve tehdit edici.
Şu veya bu amaçla mezhep ve etnik çatışmaları derinleştirip
sürdürenler, bilmeliler ki harap olduktan sonra Basra'yı kim ele
geçirirse geçirsin, elinde iktidarını kullanacağı ne toprak kalır ne
ahali.
2006'da Sünni ve Şii din adamlarını bir araya getirip "Kur'an-ı
Kerim'e, Efendimiz'in hadislerine ve İslam dininin umdelerine dayalı
olarak, Irak halkının tüm kesimlerine öldürme, katletme, insanları
perişan etme ve insanlık suçlarının zincirleme yapılmasını önleme
konusunda 'namus ve şeref sözü' vermeleri için" bir teşebbüs başlatan
İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu, "Olup biten cinnettir ve bu
vahim bir durumdur.
Bu cinnet ve bu vahamet İslam tarihinde örneği
olmayan bir hadisedir. 14 asırdan bu yana ilk defa böyle bir hadise
oluyor. Bunu anlamak fevkalade zordur." diyordu. (Yeni Şafak, 6 Şubat
2007)
Evet, bu bir cinnettir, vahim bir durumdur. Aklı başında, dar
siyaset penceresinden bakmayan sorumlu insanların bunu anlama,
anlamlandırma ve çözüm yollarını gösterme gibi sorumlulukları var.
Haber Kaynağım :
Bu yazı Zaman Gazetesi yazarı Ali Bulaç bey'in makalesidir.
