Sabahın ilk saatleri. Tellerle çevrili dev kampusun içindeyiz. İleride F1, F2 Tipi, L1, L2 Tipi, genç ve çocuk cezaevleri var. Uçsuz bucaksız, dümdüz bir alan. Başımı kaldırıyorum, kulede nöbet tutan askeri görüyorum. Hemen uyarı geliyor, dışarıda fotoğraf çekmek yok.
Erkan da, ben de gün boyu gelecek uyarılara, bir süre sonra alışıyoruz. Burası Ankara Sincan Kapalı Kadın Cezaevi. En ağırından en hafifine, suç işlemiş 352 kadın mahkûm burada yaşıyor. Kocasını bıçaklamaktan yatan da var, sahte paradan hüküm giyen de... Her kapıda başka türlü bir arama.
İlk kapıda incik cıncık aranıyoruz. İkinci kapıda kimlik bilgilerimiz alınıyor, göz retinası taramasına giriyoruz. Üçüncü kapıda kim olduğumuzu gözümüzden algılayan sistem, otomatik olarak geçiş veriyor. Koğuşlar arasında bu kapılardan birkaç tane daha var.
Her geçişte gözümüzü bir noktaya, belli bir mesafeden göstermek zorundayız. Kameraya izin çıktığı halde, ses kayıt cihazıma el konuluyor. İkna edemiyorum. "Yasa bu!"diyorlar. Birkaç kapıdan daha geçiyoruz. Nihayet koğuşların olduğu koridordayız.
İlk şaşkınlığım; infaz koruma memurları. Hepsi genç, güleryüzlü, güzel kadınlar. Yaş ortalamaları 27! Gün içinde ben mahkûmlarla konuşurken, onlar da hep yanımda, ama görünmez olmayı da bilerek...
İkinci şaşkınlığım: Koğuşlarda mahkûmlar bir arada kalmıyor. Her kadının kendi odası, çamaşırlarını asabileceği küçük bir balkonu, duş ve tuvaleti bulunuyor. Üçüncü şaşkınlığım: Bu cezaevinde pilates bile var!
Burada zimmet suçundan hüküm giymiş bir kadınla, kocasını bıçaklayarak öldürmüş kadın, aynı kaderi paylaşıyor. Aralarında sıkı dostluklar oluşmuş. H. A, bir zamanlar banka müdürüyken, şimdi koğuş arkadaşına okuma yazma öğretiyor:
"Dışarıda farklı dünyaların kadınlarıydık, burada birbirimizin her şeyiyiz," diyor.
.
Yatağının başucunda kızının kendisine yolladığı bir kitap var. Victor Hugo'nun Sefiller romanı. Elime alıyorum, ilk sayfasındaki not gözüme çarpıyor: "Anneciğim, bizi görseydi, tekrar yazar mıydı dersin?" Soğuk... "
İzin verilen sadece iki eşofman takım, iki kazak ve iki hırkayla nasıl geçer günler?" diye soruyor. "Burada askıya aldığımız bir hayat yaşıyoruz. Dışarıda küçümsediğimiz şeyler, burada kıymet kazanıyor.
Kantinden aldığımız bir battaniye, yarım gün sohbet mevzusu oluyor. Renginden dokusuna, kalınlığından işlenişine kadar üzerinde konuşulabileceğini düşünemez, bir battaniyenin beni bu kadar mutlu edebileceğini tahmin edemezdim dışarıdayken." Cezası bir yıl.
Ama içeride geçen bir yılın, ömürden alınan 10 yıla bedel olduğunu anlatıyor: "Birbirimize sığınıyoruz. Muhtacız birbirimize... Dışarıda farklı dünyaların kadınlarıydık, burada birbirimizin en yakın arkadaşıyız. Kendi derdimizi unutuyor, hiç çıkamayacaklar için dua ediyoruz, ceza indirimi olsun diye..."
KOCAM KAÇTI, BORCU BANA TAKTI
Adını vermekte sakınca görmeyen Berrin Kayadelen'le muhasebe dersi verilen odada tanışıyorum. 280 saatlik programı tamamladıktan sonra muhasebe sertifikasını alacak. Sertifikanın üzerinde cezaevi ibaresinin olmayacağını bilmek içini rahatlatmış.
Üç aydır cezaevinde. "Kocamın ödemediği kredi kartı borcu yüzünden buradayım. Birlikte dükkân açtık. Benim hesabımdan banka kredisi çektik. Ama ödeyemedi kocam, kaçtı. Borcu bana taktı. Geçtiğimiz yıl oğlumu lösemiden kaybettim. Bir kızım var, onun varlığıyla ayakta duruyorum.
Her gün evlat acısıyla uyanmak, hapishanede olmaktan daha beter. Bir şeyler öğrenmek için kendimi koğuştan dışarı attım. Günde dört saat muhasebe öğreniyorum. Bazen spor etkinliğine katılıyorum. Her gün iki saat spor var. Pilates diye bir şey bile öğrendik.
Hocamız Sincan Halk Eğitim Merkezi'nden geliyor. Bu pilates bize moral oluyor. Küçük bir bahçemiz bile var. Ayağımızı toprağa değdiriyoruz. Kabak, maydanoz, biber ekiyoruz. Yoksa çıldırır insan." "Kocadan haber var mı?" diye soruyorum. Bulunamamış. "Onun yaptığını ben çekiyorum, Allah'ından bulsun," diyor.
ÇOCUK GELİNDİ, KOCA KATİLİ OLDU!
İnsan niye cinayet işler? Çocukluğundan itibaren sevgi görmemek, cinayeti tetikleyen nedenlerden biri. Bunu ben değil, konuştuğum psikologlardan biri söylüyor. Hatta televizyon kanallarında gösterilen film ve dizilerde cinayetin özendirildiğini düşünüyor.
Çocukken gelinlik giydirilen pek çok genç kız gibi, o da kaderine boyun eğmiş. Adı bende saklı. Anlattıklarının büyük bir kısmı da... Kan davasına sebep olacağını düşündüğü için, bugüne kadar ailesinden de gizlemiş pek çok şeyi. Tek paylaştığı kişi, Sincan Cezaevi Sosyal Hizmetler görevlisi.
Birkaç ay sonra tahliye oluyor. Ailesi tarafından nasıl karşılanacağını bilemediği için biraz tedirgin. Bu yüzden cezasının son kısmını yarı açık cezaevinde geçirmek istiyor. Yaralı, yorgun ve ailesine çok kırgın. İlkokulu bitirdiği yaz evlendirilmiş, 500 TL başlık parasına dayısının oğluyla baş göz edilmiş.
13 yaşında gerdeğe girmiş. İstemediği halde defalarca ilişkiye zorlanmış. Ailesine kaçmak istemiş, annesi, "Kadının yeri kocasının evidir," diye geri göndermiş. "Annem çocukken oyun oynamama da sinirlenir, ev işi yapmadığım için beni ve kardeşlerimi döverdi," diyor.
Biraz da evden, anne dayağından kaçmak için bu evliliğe 'evet' demiş. Ama koca evinde de dayak yemeğe başlayınca, polise sığınmış. Polis, onu anne evine teslim etmiş. O günden itibaren kara yazmasını başına örtüp, dul bir kız olarak kaderine boyun eğmiş.
ANNEM ŞAHİTLİK YAPMADI
16 yaşındayken bir düğünde tanıştığı 27 yaşındaki İ'ye aşık olmuş. Ailesini ikna edip istediği, mutlu olacağına inandığı bir evlilik için onun elini tutmuş. Bir yıl boyunca hayalini kurduğu gerçek aşkı onunla yaşamış.
Ancak bir süre sonra onun başkasıyla evli olduğunu, hatta beş yaşında bir kız babası olduğunu öğrenmiş. "Bana eski karısını bırakamadığını, onun kuması olarak üçümüzün güzel bir hayatı olabileceğini anlattığı gün, kan beynime sıçradı, bavulumu alıp yine annemin evine kaçtım.
15 gün sonra evimizin önünde bir taksi durdu. İçinde başkasıyla evli olan kocam, arka koltukta kızı ve önde de o kadın oturuyordu. 'Ya bizimle gelirsin, ya da bu iş tamamen biter,' dedi. Annem de 'Git, biz elaleme ne deriz,' diye bağırıyordu.
İçeri gittim, babamın tüfeğini aldım ve ona doğrulttum! Olaya saniye saniyesine tanık olan annesi, şahit olarak ifade vermemiş. 'Ağır tahrik var,' dedim, annem şahitlik yapmadı," diyor.
Sincan Cezaevi'ne getirildiğinde ilk yaptığı da annesinin ruh sağlığının bozuk olduğunu, kardeşlerinin koruma altına alınması gerektiğini söylemek olmuş. Ama söyledikleri kayda alınmamış. Cezaevinden çıkınca, ailesinin yanında kalmak istemiyor. Endişeli.
Haber Kaynağım :
Sabah Gazetesi Muhabiri TULUHAN TEKELİOĞLU Makalesidir.