Türban tartışmalarının yeniden alevlendiği şu günlerde televizyonlarda, radyolarda sadece türbanlılar konuşturuluyor.
“Mağdur” olma hakkını sonuna kadar sömüren türbancı kadınların sesi bu kadar yüksek çıkıyorken işçi kadınlarımızın ve üniversite öğrencilerimizin sesini de biz duyuralım istedik.
Nezahat (28 yaşında, tekstil işçisi)
“Başörtüsünün namusla ilgisinin olmadığını anladım…”
Ben doğulu bir ailenin kızıyım. Bize, kapalı olmanın namuslu olmak olduğunu öğrettiler hep. Namuslu olacak kızlar okula gitmezmiş, başlarını kapatır, evlerinde oturup babalarına, abilerine hizmet edermiş. Ben de böyle büyütüldüm.
Bana da ancak başını kapatıp, bu söylediklerimizi yaparsan namuslu olabilirsin dediler. Oralarda kızlar bu söylenenlere inanmasalar bile bu şekilde yaşamaya mecbur kalırlar. Ben de mecbur kaldım. Zaten kızların hepsi benim gibiydi.
İstanbul'a geldiğimde kızların da okula gittiklerini gördüm. Beni okutmamışlardı, bende okula gitmek istiyordum. Kızlar başları açık geziyorlardı. Başörtüsünün namusla ilgisinin olmadığını anladım ve başımı açmak istedim.
Ailem çok büyük tepki gösterdi. Beni ‘yolumu şaşırmakla’ suçladılar. Ben de onlara şöyle söyledim: “Beni köyde kız çocuğu olduğum için okutmadınız, ama erkek çocuğu gibi tarlada çalıştırdınız!”.
Anlamadılar. Beni günahkâr olmakla suçladılar. Buna rağmen türbanı başımdan çıkarmaya karar verdim. Çünkü, bu şekilde kendimi daha iyi ifade edebilecektim.
O sıralar çalıştığım yerdeki insanlar da ailemle aynı zihniyetteydi. Kadınlardan biri, erkek işçilerden biriyle konuştuğunda bu hemen yanlış anlaşılıyor ve o kadın suçlanıyordu. Oraya başımı açıp gidemezdim. Bu yüzden işten ayrıldım.
Şimdi kendimi daha rahat hissediyorum. Ailem hala baskı yapıyor. Eski arkadaşlarım artık beni aralarına almıyorlar, onlarla görüşmüyorum. Bana hakaret bile ettiler. Çünkü onlara göre ben “suç” işledim ve artık “namus”lu değilim.
Ama bu baskılara boyun eğmeyeceğim. Kararlıyım, kendi bildiğim gibi yaşayacağım. Çünkü; benim de özgürce yaşamaya hakkım var.
Öznur (29 yaşında, tekstil işçisi)
“Çok dindarlardı ama bizi taciz etmekten çekinmiyorlardı…”
Çalıştığım işyerinde Fethullah Gülen cemaatinden olanlar vardı. İşyerinde onların sözü geçiyordu, çünkü patron da onları destekliyordu. Her hafta bize kendi dergilerini getiriyorlardı, almak zorunda kalıyorduk.
Almayanlara baskı yapıyorlardı. Bu dergiyi almayanlar işten çıkartılmakla tehdit ediliyordu. Farklı bir mezhebe mensubum. Bu yüzden beni dinsiz olarak görüyorlardı. Onlar gibi namaz kılıp, oruç tutmuyordum.
İşyerinde benim gibi oruç tutmayanlar olmasına rağmen, ramazan ayında öğle yemeği paydosumuz kısaltılmıştı. Hatta, su içmemiz bile yasaklanmıştı.
Moldovalı bir kadın işçi vardı. Kadın başka memlekettendi, bırakın mezhebini dini bile farklıydı. Ama bu onlar için farketmiyordu. Patron her cuma benimle birlikte bu Moldovalı kadını odasına çağırıyor ve bir yandan vaaz verirken bir yandan da bizi sözleriyle taciz ediyordu.
Onlar kadar dindar olmadığımız, başörtüsü takmadığımız için hepimiz ahlaksızdık onlara göre. Sakız çiğnememiz yasaktı. Pantolon giydiğimizde üzerine bir kumaş bağlamamız gerekirdi vücudumuz belli olmasın diye.
Benim topuklu ayakkabılarımın sesinden rahatsız oluyorlardı, bu yüzden uyarı alıyordum. İşyerinde başı açık kadınlar taciz ediliyorlardı. Çok dindarlardı ama bizi taciz etmekten çekinmiyorlardı.
Onlara göre vücudunu örtmeyen kadınlar olarak iffetsizdik ve tacizi “hak” ediyorduk. Hele dul kadınlar… Onların durumu bizimkinden daha kötüydü. En sonunda yüksek sesle konuştuğum için bir kez daha uyarıldım ve bu kez tekrarlanırsa işten çıkartılacağım söylendi bana.
Buna dayanamadım ve işten ayrıldım. Zaten onların da istedikleri buydu. Bir süre işsiz dolaştım. Şu an çalıştığım yerde kadınlar olarak yine benzer şeylerle karşılaşıyoruz.
Ama bu sefer daha iyi durumdayım, çünkü yanımda benim gibi kadınlar var. Üzerimize geldiklerinde birbirimize sahip çıkıyoruz, onlar da fazla ileri gidemiyorlar.
Aynur (25 yaşında, tekstil işçisi)
“Benim inancımı, emeğimi, ahlakımı bir örtüyle test ediyorlar…”
Ben hiç başörtüsü takmadım. Ama ailem bana çocukluğumdan beri başörtüsü takmam için baskı yapıyor. Onlara da kendi çevreleri baskı yapıyor aslında, elalem ne der diye kaygılanıyorlar. Beni zorla evlendirip, kapanmaya zorlayacaklar diye korkuyorum.
Sadece ailem değil, örneğin işyerinde de baskı görüyorum. Aslında çok açık da giyinmiyorum ama bütün kızlar kapalı olduğu için hep ben göze batıyorum. İşyerinde kapalı kızlara saygı gösteriyorlar, bana yaptıklarını onlara yapmıyorlar.
Ne yaparsam yapayım kimseye yaranamıyorum, bana hep diğerlerinden çok farklı davranılıyor. Bana saygı duymuyorlar. Benim inancımı, emeğimi, ahlakımı bir örtüyle test ediyorlar.
Gülnur (35 yaşında, ev kadını, iki çocuk annesi)
“Onları okula ölümle korkutulsunlar diye değil, bilim öğrensinler diye gönderiyorum”
Erken yaşta evlendim. Eşimin ailesi Sultançiftliği'nde oturuyordu. Biz de evlendikten sonra oraya, eşimin annesinin yaşadığı binaya yerleşmiştik. Sultançiftliği, tarikatların yoğun faaliyet yürüttükleri bir bölgeydi.
Sürekli evlerde toplantılar yapılıyordu. Eşimin annesi de bu toplantılara katılıyordu. Benim ailem Trakyalıdır. Evlenene kadar hiç dini baskı görmedim. Ailem beni çok rahat yetiştirdi.
Evlenmeden önce diskolara giden bir kızdım, ama şimdi bambaşka bir ortamda bulmuştum kendimi. Eşim baskı yapmıyordu, hatta bu tarz faaliyetlere karşıydı. Ama ben yalnız kalmıştım, hiç arkadaşım yoktu.
Çevremdeki herkes sık sık bir araya geliyordu, evlerde toplanıyordu, ama ben onlardan uzak kalıyordum. Kendilerinden olmayanları bu toplantılara almıyorlardı. Ben de gençtim, sıkılıyordum, merak ediyordum.
Eşimin annesiyle birlikte bu toplantılara katılmaya başladım. Orada konuşulanlar bana komik geliyordu, kendimi tutamayıp gülüyordum; kaynanam, “Bunda gülünecek ne var?” diyor, beni uyarıyordu. Bu toplantılara hali vakti yerinde insanlar, son model arabalarıyla gelirlerdi.
Kadınlar ile erkekler ayrı odalara alınırlardı. Toplantıları yöneten hocayı adeta ilah olarak görürler, önünde eğilirlerdi. Mantıklı gelmiyordu bazı şeyler tabi, ama yine de gidiyordum işte. Neyse, 21 yaşındayken eşimi kaybettim.
Onu kaybedince çok zor günler yaşadım. Çaresizlik ve boşluk içerisindeydim. Toplantılarda zaten sürekli ölümden ve ölümden sonra yaşanacaklardan bahsediliyordu. Başı açık gezen kadınların öldükten sonra cezalandırılacağı söyleniyordu.
Öyle cezalardı ki bunlar, dehşete kapılıyordum. Mesela hiç unutamadıklarımdan biri şuydu: açık gezen kadınlara öbür dünyada ateşten yapılmış bir gömlek giydirileceğini söylüyorlardı. Çok korkuyordum. Artık eşim de ölmüştü.
Pantolon giyiyordum, “eşi yeni öldü ama o utanmadan kot pantolonla geziyor”
diyorlardı. Sonunda ben de başımı kapatmıştım. Daha sonra oradan uzaklaştım, ailemin yanına geri döndüm ve çalışmaya başladım. Çalışmaya başladıktan sonra dayanamadım, başörtüsünü çıkarttım.
Yeniden evlendim, şimdi iki çocuğum var. Ancak onları okula gönderirken çok tedirgin oluyorum. Gençliğimde, daha yeni evlenmişken bana anlatılan saçmalıkları okulda çocuklarıma anlatan hocalarının olduğunu biliyorum.
Onları okula ölümle korkutulsunlar diye değil, bilim öğrensinler diye gönderiyorum. Kimya dersinde kimya, biyoloji dersinde biyoloji öğrensinler istiyorum. Ama bunu durduramıyoruz.
Çocuklarımın geleceğine ben karar vermek istiyorum. Şimdi sadece bunu yapamadığım için endişeliyim.
Didem Kul (İstanbul Üniversitesi)
“Türbana karşı mücadele yürütmek, özgürlüğü benimsememekle eşleştirilmiş durumda”
AKP, “Özgürlük” kavramını değiştirdi. Evet, bu memlekette hâlâ özgürlük var ama onlar için var. Türbana karşı çıkarken özellikle yaşadığımız sorun şu oluyor; türbana karşı mücadele yürütmek, özgürlüğü benimsememekle eşleştirilmiş durumda. Gericisi de, liberali de bizi böyle görüyor.
Üniversiteler, Türkiye’nin her dönem siyasi tablosunda en fazla baskı altına alınan yer. Türbanlıların fakülteye girişleri konusunda artık bir sorun yok.
Son gelinen nokta şu oldu; türbanlı bir öğrenci "isterse disiplin suçu olsun" fakülteye girebilecek, bunun yanında hocalar da tutanak tutacakmış.
Ve bu durum diğer öğrencilerde, “türbanlıların üzerinde ciddi bir baskı var” algısını yaratacak, yaratıyor. Bu durumda tutanak tutmak isteyen hocalara da, cemaat ve paralel olarak YÖK’teki AKP yandaşları baskı yapacaklar. Dolayısıyla türbanlıları derse almayacak hocalar da, bu durumda fişlenecekler.
Cemaatler üniversitede gün geçtikçe çoğalıyorlar. Bir örnek anlatayım; kayıt yapılacağı günlerde birkaç türbanlı yan yana gelmiş konuşuyorlar. Ellerinde telefon defterleri bir yerleri arıyorlar.
Konuşmalardan biri ne renk türbanın var?, deseni nasıl?...vs. Türbanını nasıl bağladığı ile ilgiliydi. Birbirlerini tanımak için yapıyorlar bunu ve yeni gelen öğrencileri kendi yurtlarında kalmaya zorluyorlardı.
Bir de geçenlerde televizyonda çıkan bir program vardı konuklardan biri Marmara Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, diğeri de türbanı destekleyen bir dernek başkanı ve iş kadını.
Öğretim görevlisi kadına savundukları düşünce ile; türbanın kadını eve hapsettiğini çeşitli örneklerle anlatmaya çalışıyor, “iş” kadını olan türbanlı konuk ise aynen şu cümleyi kuruyor:”ona bakarsanız sizin savunduğunuz şey de, kadını geneleve gönderiyor…”
Tüm bunlar bu kadar meşrulaşırken türbana karşı mücadele etmek giderek zorlaşıyor tabii. “Türban Neyi Örtüyor?” broşürü çıkardık. Bizimle bu çalışmayı yapmak isteyen herkesle beraber, bizlere, aydınlığın temsilcisi olan üniversitelilere uygulanmak istenen baskıya karşı duracağız.
(soL - İstanbul)
“Mağdur” olma hakkını sonuna kadar sömüren türbancı kadınların sesi bu kadar yüksek çıkıyorken işçi kadınlarımızın ve üniversite öğrencilerimizin sesini de biz duyuralım istedik.
Nezahat (28 yaşında, tekstil işçisi)
“Başörtüsünün namusla ilgisinin olmadığını anladım…”
Ben doğulu bir ailenin kızıyım. Bize, kapalı olmanın namuslu olmak olduğunu öğrettiler hep. Namuslu olacak kızlar okula gitmezmiş, başlarını kapatır, evlerinde oturup babalarına, abilerine hizmet edermiş. Ben de böyle büyütüldüm.
Bana da ancak başını kapatıp, bu söylediklerimizi yaparsan namuslu olabilirsin dediler. Oralarda kızlar bu söylenenlere inanmasalar bile bu şekilde yaşamaya mecbur kalırlar. Ben de mecbur kaldım. Zaten kızların hepsi benim gibiydi.
İstanbul'a geldiğimde kızların da okula gittiklerini gördüm. Beni okutmamışlardı, bende okula gitmek istiyordum. Kızlar başları açık geziyorlardı. Başörtüsünün namusla ilgisinin olmadığını anladım ve başımı açmak istedim.
Ailem çok büyük tepki gösterdi. Beni ‘yolumu şaşırmakla’ suçladılar. Ben de onlara şöyle söyledim: “Beni köyde kız çocuğu olduğum için okutmadınız, ama erkek çocuğu gibi tarlada çalıştırdınız!”.
Anlamadılar. Beni günahkâr olmakla suçladılar. Buna rağmen türbanı başımdan çıkarmaya karar verdim. Çünkü, bu şekilde kendimi daha iyi ifade edebilecektim.
O sıralar çalıştığım yerdeki insanlar da ailemle aynı zihniyetteydi. Kadınlardan biri, erkek işçilerden biriyle konuştuğunda bu hemen yanlış anlaşılıyor ve o kadın suçlanıyordu. Oraya başımı açıp gidemezdim. Bu yüzden işten ayrıldım.
Şimdi kendimi daha rahat hissediyorum. Ailem hala baskı yapıyor. Eski arkadaşlarım artık beni aralarına almıyorlar, onlarla görüşmüyorum. Bana hakaret bile ettiler. Çünkü onlara göre ben “suç” işledim ve artık “namus”lu değilim.
Ama bu baskılara boyun eğmeyeceğim. Kararlıyım, kendi bildiğim gibi yaşayacağım. Çünkü; benim de özgürce yaşamaya hakkım var.
Öznur (29 yaşında, tekstil işçisi)
“Çok dindarlardı ama bizi taciz etmekten çekinmiyorlardı…”
Çalıştığım işyerinde Fethullah Gülen cemaatinden olanlar vardı. İşyerinde onların sözü geçiyordu, çünkü patron da onları destekliyordu. Her hafta bize kendi dergilerini getiriyorlardı, almak zorunda kalıyorduk.
Almayanlara baskı yapıyorlardı. Bu dergiyi almayanlar işten çıkartılmakla tehdit ediliyordu. Farklı bir mezhebe mensubum. Bu yüzden beni dinsiz olarak görüyorlardı. Onlar gibi namaz kılıp, oruç tutmuyordum.
İşyerinde benim gibi oruç tutmayanlar olmasına rağmen, ramazan ayında öğle yemeği paydosumuz kısaltılmıştı. Hatta, su içmemiz bile yasaklanmıştı.
Moldovalı bir kadın işçi vardı. Kadın başka memlekettendi, bırakın mezhebini dini bile farklıydı. Ama bu onlar için farketmiyordu. Patron her cuma benimle birlikte bu Moldovalı kadını odasına çağırıyor ve bir yandan vaaz verirken bir yandan da bizi sözleriyle taciz ediyordu.
Onlar kadar dindar olmadığımız, başörtüsü takmadığımız için hepimiz ahlaksızdık onlara göre. Sakız çiğnememiz yasaktı. Pantolon giydiğimizde üzerine bir kumaş bağlamamız gerekirdi vücudumuz belli olmasın diye.
Benim topuklu ayakkabılarımın sesinden rahatsız oluyorlardı, bu yüzden uyarı alıyordum. İşyerinde başı açık kadınlar taciz ediliyorlardı. Çok dindarlardı ama bizi taciz etmekten çekinmiyorlardı.
Onlara göre vücudunu örtmeyen kadınlar olarak iffetsizdik ve tacizi “hak” ediyorduk. Hele dul kadınlar… Onların durumu bizimkinden daha kötüydü. En sonunda yüksek sesle konuştuğum için bir kez daha uyarıldım ve bu kez tekrarlanırsa işten çıkartılacağım söylendi bana.
Buna dayanamadım ve işten ayrıldım. Zaten onların da istedikleri buydu. Bir süre işsiz dolaştım. Şu an çalıştığım yerde kadınlar olarak yine benzer şeylerle karşılaşıyoruz.
Ama bu sefer daha iyi durumdayım, çünkü yanımda benim gibi kadınlar var. Üzerimize geldiklerinde birbirimize sahip çıkıyoruz, onlar da fazla ileri gidemiyorlar.
Aynur (25 yaşında, tekstil işçisi)
“Benim inancımı, emeğimi, ahlakımı bir örtüyle test ediyorlar…”
Ben hiç başörtüsü takmadım. Ama ailem bana çocukluğumdan beri başörtüsü takmam için baskı yapıyor. Onlara da kendi çevreleri baskı yapıyor aslında, elalem ne der diye kaygılanıyorlar. Beni zorla evlendirip, kapanmaya zorlayacaklar diye korkuyorum.
Sadece ailem değil, örneğin işyerinde de baskı görüyorum. Aslında çok açık da giyinmiyorum ama bütün kızlar kapalı olduğu için hep ben göze batıyorum. İşyerinde kapalı kızlara saygı gösteriyorlar, bana yaptıklarını onlara yapmıyorlar.
Ne yaparsam yapayım kimseye yaranamıyorum, bana hep diğerlerinden çok farklı davranılıyor. Bana saygı duymuyorlar. Benim inancımı, emeğimi, ahlakımı bir örtüyle test ediyorlar.
Gülnur (35 yaşında, ev kadını, iki çocuk annesi)
“Onları okula ölümle korkutulsunlar diye değil, bilim öğrensinler diye gönderiyorum”
Erken yaşta evlendim. Eşimin ailesi Sultançiftliği'nde oturuyordu. Biz de evlendikten sonra oraya, eşimin annesinin yaşadığı binaya yerleşmiştik. Sultançiftliği, tarikatların yoğun faaliyet yürüttükleri bir bölgeydi.
Sürekli evlerde toplantılar yapılıyordu. Eşimin annesi de bu toplantılara katılıyordu. Benim ailem Trakyalıdır. Evlenene kadar hiç dini baskı görmedim. Ailem beni çok rahat yetiştirdi.
Evlenmeden önce diskolara giden bir kızdım, ama şimdi bambaşka bir ortamda bulmuştum kendimi. Eşim baskı yapmıyordu, hatta bu tarz faaliyetlere karşıydı. Ama ben yalnız kalmıştım, hiç arkadaşım yoktu.
Çevremdeki herkes sık sık bir araya geliyordu, evlerde toplanıyordu, ama ben onlardan uzak kalıyordum. Kendilerinden olmayanları bu toplantılara almıyorlardı. Ben de gençtim, sıkılıyordum, merak ediyordum.
Eşimin annesiyle birlikte bu toplantılara katılmaya başladım. Orada konuşulanlar bana komik geliyordu, kendimi tutamayıp gülüyordum; kaynanam, “Bunda gülünecek ne var?” diyor, beni uyarıyordu. Bu toplantılara hali vakti yerinde insanlar, son model arabalarıyla gelirlerdi.
Kadınlar ile erkekler ayrı odalara alınırlardı. Toplantıları yöneten hocayı adeta ilah olarak görürler, önünde eğilirlerdi. Mantıklı gelmiyordu bazı şeyler tabi, ama yine de gidiyordum işte. Neyse, 21 yaşındayken eşimi kaybettim.
Onu kaybedince çok zor günler yaşadım. Çaresizlik ve boşluk içerisindeydim. Toplantılarda zaten sürekli ölümden ve ölümden sonra yaşanacaklardan bahsediliyordu. Başı açık gezen kadınların öldükten sonra cezalandırılacağı söyleniyordu.
Öyle cezalardı ki bunlar, dehşete kapılıyordum. Mesela hiç unutamadıklarımdan biri şuydu: açık gezen kadınlara öbür dünyada ateşten yapılmış bir gömlek giydirileceğini söylüyorlardı. Çok korkuyordum. Artık eşim de ölmüştü.
Pantolon giyiyordum, “eşi yeni öldü ama o utanmadan kot pantolonla geziyor”
diyorlardı. Sonunda ben de başımı kapatmıştım. Daha sonra oradan uzaklaştım, ailemin yanına geri döndüm ve çalışmaya başladım. Çalışmaya başladıktan sonra dayanamadım, başörtüsünü çıkarttım.
Yeniden evlendim, şimdi iki çocuğum var. Ancak onları okula gönderirken çok tedirgin oluyorum. Gençliğimde, daha yeni evlenmişken bana anlatılan saçmalıkları okulda çocuklarıma anlatan hocalarının olduğunu biliyorum.
Onları okula ölümle korkutulsunlar diye değil, bilim öğrensinler diye gönderiyorum. Kimya dersinde kimya, biyoloji dersinde biyoloji öğrensinler istiyorum. Ama bunu durduramıyoruz.
Çocuklarımın geleceğine ben karar vermek istiyorum. Şimdi sadece bunu yapamadığım için endişeliyim.
Didem Kul (İstanbul Üniversitesi)
“Türbana karşı mücadele yürütmek, özgürlüğü benimsememekle eşleştirilmiş durumda”
AKP, “Özgürlük” kavramını değiştirdi. Evet, bu memlekette hâlâ özgürlük var ama onlar için var. Türbana karşı çıkarken özellikle yaşadığımız sorun şu oluyor; türbana karşı mücadele yürütmek, özgürlüğü benimsememekle eşleştirilmiş durumda. Gericisi de, liberali de bizi böyle görüyor.
Üniversiteler, Türkiye’nin her dönem siyasi tablosunda en fazla baskı altına alınan yer. Türbanlıların fakülteye girişleri konusunda artık bir sorun yok.
Son gelinen nokta şu oldu; türbanlı bir öğrenci "isterse disiplin suçu olsun" fakülteye girebilecek, bunun yanında hocalar da tutanak tutacakmış.
Ve bu durum diğer öğrencilerde, “türbanlıların üzerinde ciddi bir baskı var” algısını yaratacak, yaratıyor. Bu durumda tutanak tutmak isteyen hocalara da, cemaat ve paralel olarak YÖK’teki AKP yandaşları baskı yapacaklar. Dolayısıyla türbanlıları derse almayacak hocalar da, bu durumda fişlenecekler.
Cemaatler üniversitede gün geçtikçe çoğalıyorlar. Bir örnek anlatayım; kayıt yapılacağı günlerde birkaç türbanlı yan yana gelmiş konuşuyorlar. Ellerinde telefon defterleri bir yerleri arıyorlar.
Konuşmalardan biri ne renk türbanın var?, deseni nasıl?...vs. Türbanını nasıl bağladığı ile ilgiliydi. Birbirlerini tanımak için yapıyorlar bunu ve yeni gelen öğrencileri kendi yurtlarında kalmaya zorluyorlardı.
Bir de geçenlerde televizyonda çıkan bir program vardı konuklardan biri Marmara Üniversitesi’nde öğretim görevlisi, diğeri de türbanı destekleyen bir dernek başkanı ve iş kadını.
Öğretim görevlisi kadına savundukları düşünce ile; türbanın kadını eve hapsettiğini çeşitli örneklerle anlatmaya çalışıyor, “iş” kadını olan türbanlı konuk ise aynen şu cümleyi kuruyor:”ona bakarsanız sizin savunduğunuz şey de, kadını geneleve gönderiyor…”
Tüm bunlar bu kadar meşrulaşırken türbana karşı mücadele etmek giderek zorlaşıyor tabii. “Türban Neyi Örtüyor?” broşürü çıkardık. Bizimle bu çalışmayı yapmak isteyen herkesle beraber, bizlere, aydınlığın temsilcisi olan üniversitelilere uygulanmak istenen baskıya karşı duracağız.
(soL - İstanbul)
Haber Kaynağım :
http://haber.sol.org.tr/