Gönül Kıvılcım, Boğaziçi Üniversitesi ekonomi bölümü mezunu. Ardından Norveç’in Bergen Üniversitesi’nde kitle iletişim master’ı yapmış. İlk öykü kitabı ‘Kasaba ve Yalanlar’ 2001 yılında, ilk romanı ‘Jilet Sinan’ ise 2002 yılında yayımlanmış, birçok dile çevrilmiş.
Kitaplarında, toplum tarafından dışlanan insanların hayatlarına ışık tutan yazar, ‘Uğultular’ adlı romanında kimliği çalınan kadınların hikâyelerini aydınlatıyor.
Bu kadınlardan ilki, 34 yaşındaki Kader. Antakya’da geçen çocukluğuyla hesaplaşamadığı için erkeklerle arasında aşamadığı bir duvar var. Ne ilk aşkı Sinan, ne eski kocası Halit, ne de sevgilisi Hazar bu görünmez duvarı yok edebilmiş. Bu yüzden, psikologla konuşurken dahi utanıyor bakire olduğunu söylemeye. Çünkü kadınlığa ulaşmak için geçmişiyle hesaplaşmak zorunda:
Ailesini sevgisizliğe mahkûm eden babasıyla, onu bekâret kontrolüne götüren annesiyle, beyaz sakalının altında birtakım sırlar taşıyan dedesiyle ve en önemlisi Soğukoluk’ta yitip giden kadınların dramıyla yüzleşmeli. Sevgilisi Hazar’la gittiği Antakya tatili Kader için geçmişin sırlarını öğrenebileceği bir yüzleşme aslında.
Soğukoluk, kale gibi yüksek duvarlarla çevrili evlerde türlü yollarla düşürülüp seks işçiliğine zorlanan kadınların hapishanesi. Orman, bu kadınların kaçtığı, kiminin bebeğine, kiminin hayallerine mezar olan karanlık bir kuytu. Kader’in bugüne dönebilmesi için, çocukluğunda duyduğu söylentilerin doğru olup olmadığını öğrenmesi, Soğukoluk kadınlarının hikâyelerini keşfetmesi gerekiyor.
Dolunay ve Melek. Ormanın yuttuğu iki kadın, Kader’in öğrenmesi gereken iki farklı öykü. Önce Dolunay’ın izlerini takip ediyor Kader. Bu izlerden bazıları kendi ailesine çıkıyor. “Dolunay’la aynı tabutun içindeydik.” Sonra, Melek’in dramını öğreniyor. Onların öyküleriyle kendi hayatı arasında bağlantılar bularak ondan gasp edilen kadınlığını arıyor.
Uğultular’ sadece yitip giden kadınların hikâyesi değil, bireyin hikâyesi aslında: İzole köy toplumunun ön yargılarını, despot ailenin bireyin gelişimindeki sarsıcı rolünü, ataerkil toplumda kadın özgürlüğünün nasıl baltalandığını ve bütün bu etkenlerin bireyi nasıl yok ettiğini ustaca işliyor yazar: “Kanatlarının altına ailelerini almış uçamayan kadınlar ve erkeklerdik.”
Gönül Kıvılcım, bu temaları işlerken samimi ve akıcı bir üslup kullanmış. Olan biteni bir rüya gibi anlatıyor, geçmiş ve bugün iç içe geçiyor. Kitabı okurken uzaktan gelen kadın çığlıklarını, uğultuları duyuyor okuyucu. Bu uğultular, toplumsal normlar tarafından kuşatılmış bireye ait. Bu normları aşarak kimliğini bulmaya çalışırken, “Sanki görünmez yasalar var ne zaman mutlu olacağımızı söyleyen” diyor Kader.
Bu yazıyı kaleme alırken ben de bir uğultu duydum: Özgecan ve Hande. Biri heteroseksüel, diğeri trans bir kadın. Dolunay ve Melek’ten farkları sadece hayallerinin değil bedenlerinin de yakılmış olması. “Acaba?” diye sordum kendime, bu cinayetlerde toplumun ve hukuki düzenin bir rolü var mıydı?
Yine de kaybetmemeli umudu, çünkü aralarında Gönül Kıvılcım’ın da bulunduğu kadın yazarların 2015 yılında yayımladığı ‘8 Mart Bildirisi’nde söylendiği gibi: “Bir gün kadın, edebiyat ve yaşam özgür olacak”.
Haber Kaynağım :
UĞULTULAR / Yazar : Gönül Kıvılcım
İletişim Yayınları, 2017