Türk Romanında ‘Kadın Özgürlüğü’


Tanzimat dönemi romanları ile Servetifünûn dönemi romanları arasındaki en belirgin fark, ilkinde erkek karakterlerin, ikincisinde ise kadın karakterlerin öne çıkmasıdır.

Gerçekten de Tanzimat romanlarında, mesela Recaizâde’nin ‘Araba Sevdası’nda Bihruz, Ahmet Mithat Efendi’nin ‘Felâtun Bey ile Rakım Efendi’sinde bu iki karakter, Namık Kemal’in ‘İntibâh’ında Ali Bey vd. … 


Romanların birincil kimlikleridir ve romanlar onlar üzerinden modernliğin alafranga züppelik üzerinden okunma sürecini inşa ederler.

Bu, elbette Tanzimat romanlarında kadın karakterlerin bulunmadığı anlamına gelmiyor. 

Mehpeyker, Dilâşub, Cânân, Polin ve ötekiler, sadece erkek karakterlerin kimliklerinin belirlenmesi sürecinde bir işleve, kısaca ikincil bir konuma sahiptirler. 

Güzin Dino, ‘Türk Romanının Doğuşu’nda Namık Kemal’in ‘İntibâh’ındaki Mehpeyker’den söz ederken, 

“Ali Bey’in serüveninin bütün olguları, Mehpeyker’in psikolojisinin önde gelen iki ögesine oranla gelişir: 
Sevdası ve kıskançlığı” der.

Tanzimat romanında evlilik müessesesi değil, cinsellik üzerinden cariyelik, metreslik, mürebbiyelik ilişkileri sorunsallaştırılmış gibi görünüyor. 

Cariyelik (Canan, Dilaşub), cinsel ilişkinin özel alanda evlilik dışı meşruiyetini mümkün kılan bir kurumdur; metresler genelde hafifmeşrep kadınlar; mürebbiyeler ise Müslüman olmayan yabancı kadınlardır.

Evlilik kurumunun sorunsallaşması, Servetifünûn romanıyla birlikte mümkün olur. 

Haremle Selamlık arasındaki mahremiyet sınırı ortadan kalkmış, evli kadınlar eşlerinin dışında öteki erkeklerle aynı mekânda (Selamlık’tan Salon’a dönüşen mekânda) bulunmaya başlamışlardır. 

Deyiş yerindeyse, ev içinde bir ‘kamusal alan’ sözkonusudur artık. 

Mehmet Rauf’un ‘Eylül’ romanında Suat, eşi Süreyya’nın yanı sıra, Necip’le bir arada bulunur, müzik dinleyip, dinledikleri parçalar üzerine konuşurlar.

Modernleşmenin kadının özgürlüğü konusunda ortaya çıkardığı mesele, işte tastamam buraya, evli kadının, eşinin dışında birtakım erkeklerle aynı mekânda bulunmasına ilişkindir. 

Evli kadının, öteki erkekler tarafından cinsel kimliğiyle mi, yoksa entelektüel kimliği ile mi alımlandığı, özgürlük bağlamında sorunsallaştırılır. 

‘Aşk-ı Memnû’da Bihter’in öteki erkekle (Behlül), cinsel kimliğiyle; ‘Eylül’de Suat’ın öteki erkekle (Necip) entelektüel kimliğiyle bir aradalığı, kadın özgürlüğünü sorunlu kılar.

Sorun, modernleşmeyle birlikte, (evli) kadının biyolojik (cinsel) kimliğiyle mi, yoksa toplumsal (gender) kimliği ile mi özgürleşmesinin meşruiyet kazanıyor olduğudur. 

Eylül’e gelinceye kadar, Türk romanında kadının entelektüel kimliği (kitap okuması, piyano çalması), onun cinsel kimliğiyle iffetli oluşuna bağımlı kılınmıştır. 

Entelektüel kimliğinin cinsel kimliğinden özgürleşerek meşruiyet kazanması ise, ‘Eylül’ romanında Suat’ta görülür. 

Ama bu özgürleşme, toplumsal cinsiyetin belirlediği bir özgürleşme değildir.

Öte yandan, romanın sonunda Suat’ın bir yangında ölümü, bu ‘özgürleşme’nin onaylanmadığı anlamına gelmiyor mu, diye sorulabilir. 

Burada da genelde yorumlandığı gibi, yangının bir cezalandırma olarak okunmasının söz konusu olabileceğidir. 

Nitekim ‘Aşk-ı Memnû’da Bihter’in intiharı, bir zina durumunun cezalandırılması biçiminde okunmuştur. 

Öyleyse, Suat’ın ölümü, onun entelektüel kimliğiyle öteki bir erkekle birlikte oluşunun cezalandırılması anlamına gelir mi?

Haber Kaynağım :
Zaman gazetesi köşe yazarı Hilmi Yavuz makalesidir.
h.yavuz@zaman.com.tr
http://www.zaman.com.tr/