Kadın değil 'insan' hikâyesi

İki kız kardeş arasındaki gerilimli ilişkiye odaklanan 'Kusursuzlar'la 50. Antalya Altın Portakal'da hem en iyi film hem de yönetmen ödüllerini kazanan Ramin Matin, "Kadın filmi tanımına karşıyım. Bu bir insan hikâyesi" diyor.

İlk filminiz ‘Canavarlar Sofrası’ ile ikinci filminiz ‘Kusursuzlar’ birbirinden tür olarak çok farklı.

‘Canavarlar Sofrası’ndan bu yana yönetmen olarak neler değişti sizin için?

Belirli bir tarzda film yapmak gibi bir derdim olmadı, farklı türde işler yapmayı seviyorum. 

Sadece hikayeye bakıyorum, o nereye götürürse oraya gidiyorum. 

‘Canavarlar Sofrası’nın bana oyuncu yönetimi konusunda çok katkısı oldu.

İkinci filmde bu konuda daha iyi bir iş çıkardığımı düşünüyorum.

İki filmde de Türkiye prömiyeri için neden Antalya’yı tercih ettiniz?

İlk filmi kendi imkânlarımızla, neredeyse hiç para harcamadan çekmiştik. 

Farklı ve izleyici için zor bir filmdi.

Öylesi bir filmi Antalya yarışmaya kabul etti. 

Dolayısıyla ‘Kusursuzları’ı da burada açmak istedik.

Farklı olarak, bunun dünya prömiyerini Kore’de yaptık.

‘Kusursuzlar’ ismi hikayeye dair neleri açıklıyor sizce?


 Çok katmanlı ve ironik bir isim bence. 

Türkiye’deki erkek egemen toplumun kadınlara bakışına dair bir anlam içeriyor.

Kadınlardan kusursuz olması bekleniyor hep. 

Ayrıca Türkiye’de belirli bir sınıfın kendisini kusursuz görmesini de kapsıyor.

Sınıf meselesini anlatmıyorsunuz ama filminizde. Bununla neyi kast ediyorsunuz?

Gazetelerde, kadına şiddet, taşrada ya da Doğuda gerçekleşiyor gibi bir algı var.

Sanki büyük şehirlerde olmuyormuş gibi davranıyoruz.

.
            
Oysa farklı şekillerde ortaya çıkan bir şiddet her yerde mevcut.

Türkiye’de her kadın , Nişantaşı’nda bile yaşasa, bu toplumda şiddet altında. 

Sınıfsal yaklaşımla bunu kast ediyorum.

Kadın senaristinize ve bu kadın hikayesine, bir erkek yönetmen olarak nasıl katkılarınız oldu?

Erkek karakterler ilk aşamalarda biraz iki boyutluydu, onları biraz daha derinleştirmeye çalıştım. 

.
       

Ancak ben kadın-erkek ayrımına da, “kadın filmi” tanımlamasına da inanmıyorum. 

“Korku filmi” gibi bir türmüşçesine ele alınması yanlış geliyor.

Kadın karakterlerin olduğu bir hikaye anlattım.

Wong Kar Wai ‘Happy Together’ filmini hiçbir gey filmi festivaline göndermemiş ve davetleri de geri çevirmiş; neden diye sorduklarında da “Ben bir gey filmi yapmadım, ben bir aşk filmi yaptım” demişti. 

.
       

Ben de böyle bir ayrıma karşıyım. Bir insan hikayesi anlatıyoruz.

Başrol oyuncularınızla çalışırken nasıl bir yöntem uyguladınız?

Senaryo aşamasında travma konusunda uzmanlaşmış bir psikologla çalışmıştık. 

Sonra oyuncularla da aynı çalışmayı sürdürdük.

Kendi karakterleri olarak iki ay boyunca terapiye gittiler.

Sanki gerçekten o karakterlermiş gibi, düzenli bir şekilde psikologa giderek travmalarını, etkilerini anlattılar.

.
        

Her ne kadar iki kadının travmaları desek de filmin odak noktasında kardeşlik ilişkisi var.

Bu noktada sizden de yansımalar var mı?

Kardeş ilişkisi çok enteresan bir ilişkidir. 

Benim de abim var.

Erkek kardeşlerle kız kardeşler arasında belki dışavurumda fark olabilir ama özü birebir aynı.

Aynı sevgi-nefret ilişkisi. Birbirimize karşı çok gaddar olabiliyoruz bazen.

Abimle ne zaman bir araya gelsek, ergenlikteki gibi bir dinamiğe giriyoruz, ilişkideki o dinamik hiçbir zaman değişmiyor.

Senaryoda en çok hoşuma giden noktalardan biri de buydu, bir araya gelince o çocuksu hale geri dönülmesi.

Politik sinemaya nasıl bakıyorsunuz?

Bundan sonraki projelerimden biri fazlasıyla politik bir hikaye ancak Türkiye’nin şu anki durumunda destek bulmam ve o filmi çekmem çok zor.

Ben, Türkiye’deki politik sinemayı çok sorunlu buluyorum. 

Diyelim ki filmin bir derdi var, o derdi anlatmak için hikayeyi, oyunculuğu, pek çok şeyi feda ediyorlar.

Yer yer çok didaktik de olabiliyor.

Festival filmi gişe filmi ayrımına inanıyor musunuz?

Ben filmi tasarlarken gişe işi, festival işi gibi bir ayrım yapmamaya çalıştım; nasıl anlatacağıma odaklandım.

Ancak Türkiye’de böyle keskin bir ayrım var, evet. Seyircide de gözlemliyorum.

Afişte festival ödüllerini görünce, sıkıcı filmdir diye gitmiyorlar.

Minimalist, ağır, yavaş sinemadan ben de biraz yoruldum. Her hikayeye uymuyor.

Yurtdışı festivallerde de sanat filmi böyle olmalı diye bir algı var.

Ödüllere gelen yorumlara, itirazlara bakış açınız ne olur genelde?

Ödül jürinin kararıdır. Jüriden iki kişi değiştirsek başka kararlar çıkar. 

O yüzden ödül alamayınca kızmamak, çok da ciddiye almamak lazım.

Ancak maddi olarak herkes çok zorlanarak, borca girerek film çektiği için para ödülleri, uçurumun kenarından kurtaran hayat öpücüğü oluyor.

Bu nedenle herkes ödül almak için çok strese giriyor.

Haber Kaynağım :
Radikal Gazetesi muhabir köşe yazarı CEYDA AŞAR röportajıdır.
http://www.radikal.com.tr/