“Kadınları güzel yapan Tanrı, sevimli yapan Şeytandır.”
Victor Hugo dünya barışını ve adaletini sağlayacak söylemlerde bulunurken,
Erica Jong ise kadını yüceltmişti:
Victor Hugo dünya barışını ve adaletini sağlayacak söylemlerde bulunurken,
Erica Jong ise kadını yüceltmişti:
“ Birçok akıllı adamı aptal kadınla görebilirsiniz: Ama akıllı bir kadını aptal bir adamla göremezsiniz.”
Erica Jong ve Victor Hugo arasında aklım düşünsel yol alırken beş senedir tanıdığım filozof, aynı zamanda tarihçi bir dostumda düşünce kervanıma katılmıştı.
Ona sordum:
"Kadınları nasıl bilir, nasıl tanımlarsın?" diye...
O gözlerini hafiften kısıp, yanıtladı:
"Kadınları ikiye ayırırım: Yatağımı süsleyen, aklımı oyalayan!"
İçimden "ukala" diye geçirsem de merakımı dizginleyememiştim:
"Peki, bunu nasıl anlarsın?"
Cebinden sarma tütün tabakasını çıkartıp, kendi sardığı filtresiz sigaralardan birini dudaklarına yerleştirip yaktı.
Sarma tütünü derince ciğerlerine soluyup, her iki burun deliğinden çıkan beyaz dumanları bir boğanın soluğuna benzetmiştim.
Sabırla beklerken bakışları bakışlarımla buluşunca soruma yanıt verdi:
“İlk kez tanıştığım bir kadına ilk üç dakika cinsel iştahla bakarım: Üç dakikayı aştı mı o kadının sadece ve sadece aklına bakarım,” demez mi?
Hemcinslerim hakkındaki bu kişilik tespiti bana çok ilginç gelmişti:
"İlk üç dakika sonrasını aşan kadınlar sizce akıllı mı?" diye sormuştum...
"Onların aklından ziyade zekâlarına hayranlık duyarım: yaşamımda ilk üç dakikayı aşan kadın sayısı çok azdır."
Merakım daha da artmıştı:
"Üç dakika öncesi ve üç dakika sonrası kadınlara nasıl değer biçersiniz?"
Verdiği yanıt beni susturmaya ve düşünmeye yöneltmişti...
"İlk üç dakikada kalanlarla sevişir, son üç dakikadakilerle dostça kahve içer, söyleşirim."
Aklıma karısıyla geçinemeyen Sokrates’in kadınlarla ilgili bir söylemi gelmişti:
“ Karısı güzel olan adam mutlu olur. Güzel olmayan ise filozof.”
Sonra da Freud’un şaşkın hali gözlerime düştü:
“Kadın ruhu konusunda otuz yılı aşkın çalışmalarıma karşın, yanıtlamayı başaramadığım bir soru var. Kadın ne ister? “
Aslında bir kadın erkeğin gönlünü silahsız tutsak edecek derecede zarif olmalı, aklını da zincirlere vurmadan zekâsıyla bağlamalıdır, diye düşünürken tarihçi yazar dostum düşüncelerimin arasına sızıvermişti:
“Heyy, fazla derinlere gitme!.. Üç dakikayı aşanlardan biri de sensin!”
“Bak sennn..! Demek o ilk üç dakikada gözlerin bana farklı bakıyormuş. Hay Allah, nasıl da bunu anlamamışım?”
Dostumla söyleşimiz Ortadoğu’ya doğru yol almadan önce gönlümdeki dost döşeğine usulca yerleşmişti:
“İşte en sevdiğim yanın da bu: masum doğal halinle kendine güvenli duruşun dişil yanını örtüyor.
Gülüşünle nezaketinle zekânı gizliyorsun.”
“Şimdi de bana kur mu yapıyorsunuz beyefendi?” diye esprili konuşmuş, hafiften kızaran yanaklarımı saklamaya çalışmıştım.
“Aman efendim sana kur yapmak mı! T.Fikret yaşasaydı herhalde senden kaçardı.”
Dudaklarımın ardında bastırdığım kahkahamı zor zapdetmiştim:
“Aa, o nedenmiş? Dikkat et, az önceki sözlerinle çelişiyorsun! Hem neden kaçarmış benden?”
“O kadın, deniz gibidir: Güvenmek olmaz! Diyenlerdenmiş.”
“Doğru… Özellikle fırtınalı bir deniz, yüzme bilmeyenleri çok korkutur!” dediğimi filozof dostumun da “ Zekice bir yanıttı,” dediğini bugün bile anımsarım.
Yaşam arenasında kimi zaman biz kadınlar, ister istemez sosyal maskelerimizi takarız.
Acaba doğamız gereği midir bu halimiz?
Hani kendini börtü böcekten korumak isteyen, çiçeği harika açmış dikenli kaktüsler gibi…
Belki de ilk üç dakikayı aşmayı başaran bir kadın olabilmenin mutlu halleri...
Her neyse ney işte...
Bana göre kadın kadın gibi olmalı, erkek erkek gibi...
Sevgiyle kalın...
Erica Jong ve Victor Hugo arasında aklım düşünsel yol alırken beş senedir tanıdığım filozof, aynı zamanda tarihçi bir dostumda düşünce kervanıma katılmıştı.
Ona sordum:
"Kadınları nasıl bilir, nasıl tanımlarsın?" diye...
O gözlerini hafiften kısıp, yanıtladı:
"Kadınları ikiye ayırırım: Yatağımı süsleyen, aklımı oyalayan!"
İçimden "ukala" diye geçirsem de merakımı dizginleyememiştim:
"Peki, bunu nasıl anlarsın?"
Cebinden sarma tütün tabakasını çıkartıp, kendi sardığı filtresiz sigaralardan birini dudaklarına yerleştirip yaktı.
Sarma tütünü derince ciğerlerine soluyup, her iki burun deliğinden çıkan beyaz dumanları bir boğanın soluğuna benzetmiştim.
Sabırla beklerken bakışları bakışlarımla buluşunca soruma yanıt verdi:
“İlk kez tanıştığım bir kadına ilk üç dakika cinsel iştahla bakarım: Üç dakikayı aştı mı o kadının sadece ve sadece aklına bakarım,” demez mi?
Hemcinslerim hakkındaki bu kişilik tespiti bana çok ilginç gelmişti:
"İlk üç dakika sonrasını aşan kadınlar sizce akıllı mı?" diye sormuştum...
"Onların aklından ziyade zekâlarına hayranlık duyarım: yaşamımda ilk üç dakikayı aşan kadın sayısı çok azdır."
Merakım daha da artmıştı:
"Üç dakika öncesi ve üç dakika sonrası kadınlara nasıl değer biçersiniz?"
Verdiği yanıt beni susturmaya ve düşünmeye yöneltmişti...
"İlk üç dakikada kalanlarla sevişir, son üç dakikadakilerle dostça kahve içer, söyleşirim."
Aklıma karısıyla geçinemeyen Sokrates’in kadınlarla ilgili bir söylemi gelmişti:
“ Karısı güzel olan adam mutlu olur. Güzel olmayan ise filozof.”
Sonra da Freud’un şaşkın hali gözlerime düştü:
“Kadın ruhu konusunda otuz yılı aşkın çalışmalarıma karşın, yanıtlamayı başaramadığım bir soru var. Kadın ne ister? “
Aslında bir kadın erkeğin gönlünü silahsız tutsak edecek derecede zarif olmalı, aklını da zincirlere vurmadan zekâsıyla bağlamalıdır, diye düşünürken tarihçi yazar dostum düşüncelerimin arasına sızıvermişti:
“Heyy, fazla derinlere gitme!.. Üç dakikayı aşanlardan biri de sensin!”
“Bak sennn..! Demek o ilk üç dakikada gözlerin bana farklı bakıyormuş. Hay Allah, nasıl da bunu anlamamışım?”
Dostumla söyleşimiz Ortadoğu’ya doğru yol almadan önce gönlümdeki dost döşeğine usulca yerleşmişti:
“İşte en sevdiğim yanın da bu: masum doğal halinle kendine güvenli duruşun dişil yanını örtüyor.
Gülüşünle nezaketinle zekânı gizliyorsun.”
“Şimdi de bana kur mu yapıyorsunuz beyefendi?” diye esprili konuşmuş, hafiften kızaran yanaklarımı saklamaya çalışmıştım.
“Aman efendim sana kur yapmak mı! T.Fikret yaşasaydı herhalde senden kaçardı.”
Dudaklarımın ardında bastırdığım kahkahamı zor zapdetmiştim:
“Aa, o nedenmiş? Dikkat et, az önceki sözlerinle çelişiyorsun! Hem neden kaçarmış benden?”
“O kadın, deniz gibidir: Güvenmek olmaz! Diyenlerdenmiş.”
“Doğru… Özellikle fırtınalı bir deniz, yüzme bilmeyenleri çok korkutur!” dediğimi filozof dostumun da “ Zekice bir yanıttı,” dediğini bugün bile anımsarım.
Yaşam arenasında kimi zaman biz kadınlar, ister istemez sosyal maskelerimizi takarız.
Acaba doğamız gereği midir bu halimiz?
Hani kendini börtü böcekten korumak isteyen, çiçeği harika açmış dikenli kaktüsler gibi…
Belki de ilk üç dakikayı aşmayı başaran bir kadın olabilmenin mutlu halleri...
Her neyse ney işte...
Bana göre kadın kadın gibi olmalı, erkek erkek gibi...
Sevgiyle kalın...
Haber Kaynağım :
Milliyet Blog Yazarı Emine Pişiren makalesidir.
http://blog.milliyet.com.tr/edebiyatgalerisi
http://blog.milliyet.com.tr/