Beyazperdede 'buse' meselesi...

Sinema endüstrisinin ilk adımlarından beri, beyazperdede 'buse' sorunu ve bu alandaki sansür, bütün haşmetiyle, film yapımcısından izleyicisine, herkesi etkiledi.

Öpme ve öpüşme sah­neleri sinemacılarla sansür arasında bir dizi savaşın yaşanmasına yol açmıştır.

Yirminci Yüz­yıl'ın ilk çeyre­ğinde, bugünkü filmlerde görme­ye alışkın oldu­ğumuz öpme ve öpüşme sah­neleri, sinema sektörünün başına uzun süre 'bela olmuş' ve sinemacılarla sansür arasında bir dizi savaşın yaşanmasına yol açmıştır.

Çağdaş sinema yapıtların­da gördüğümüz 'buse sahnele­rinin' adı geçen dönemde be­yazperdeye yansıması, 'buse'yi ahlaki bir sorun haline dönüştürmüştür.

'edepsizlik' ve 'din dışı davranmak'la suç­lanmışlar.

Bu ahlak sorununu 'yara­tan' sinemacılar; 'edepsizlik' ve 'din dışı davranmak'la suç­lanmışlar ayrıca kimi zaman, bu sanatçılara ağır yaptırım­lar uygulanmıştır.

Ama en ağır yaptırım faturası sinema sanatına kesilmiş ve 'buse sah­neler' filmlerden çıkartılarak gösterimi yasaklanmıştır.
.
    

'Kadınların Ilımlı Hıristiyan Birliği'nin 'öpüşme­nin barbarlığına karşı' savaşı

Hıristiyanlığın etkisi altın­da, Batı toplumlarına da ege­men olan bir dönemin muha­fazakâr ahlak anlayışı beyaz­perdedeki 'öpüşme' görüntü­lerini 'günah' saymıştır.

Hatta 1901 yılında, 'Kadınların Ilımlı Hıristiyan Birliği' (Wo­man's Christian Temperonce Union) adlı kuruluş 'öpüşme­nin barbarlığına karşı', New York'ta savaş açmıştır.
Buse sorunu, sevgililerin sarılma sorunundan sonra başlamıştı.

Beyazperdedeki 'buse so­runu' aslında, 'sarılma' konu­sunun aşılmasıyla ortaya çı­kan ikinci bir problem olmuş­tu.

Buse meselesinden önce, 'sevgililerin' beyazperdede birbirlerine yaklaşmaları dahi, birtakım kıstaslara bağlan­mıştı.

Asıl sorun buse-gâh "öpülecek yer"

Yine aynı nedenle sansür kurumu, kadın ile erkeğin ha­ris (şehvetli) hareketlerle bir­birlerine yaklaşmalarını ya da sarılmalarını da uzun süre ya­saklamıştır.

Muhafazakâr ahlaki yaklaşımların zamanla az da olsa yumuşayıp değişmeye başla­ması ve izleyicilerin filmlerde gördükleri 'sarılma' sahneleri­ni kanıksamalarıyla sorun aşılmış; ancak sinemacıların aşılan bu sorundan kuvvet alarak, biraz daha ileri gidip dudak buseleri içeren sekans­lara filmlerde yer ver­meleriyle, ortaya bir başka 'buse meselesi' çıkmıştır!

Fakat asıl mesele, buseden çok 'bûse-gâh' üzerinde yaşan­mış, yani "öpülecek yer"de bir sorun orta­ya çıkmıştır!..

Erkek ile kadının birbirlerini yanakla­rından ya da saçlarından öp­meleri doğal karşılansa bile, iş busenin dudağa kondurulma­sına geldiğinde, sansür devre­ye girmiş ve bu sahneler ya­saklanmıştır.

'Fransız usulü bûse'nin yaratılması bir sansür zorlamasıydı.
.
      

'Fransız usulü buse' çözümü...

Sansürün dudak üzerinde­ki buseleri affetmemesi, sine­ma dünyasında yapımcı, yö­netmen ve salon sahiplerini zora soktuğundan, sorunun çözümü için çeşitli yollar aranmış ve denenmiştir.

Bu yollardan biri 'Fransız usulü buse' olarak adlandırı­lan ve 'masum buseler' diye de tanımlanan, sevgililerin bir­birlerini arzulu bakışlarla ya­nak ya da saçtan öpmeleridir.

'Sinema Yıldızı' dergisinin 14 Haziran 1924 tarihli birin­ci sayısında, Fransız usulü bu­seyi sansür karşısında zorla kabul etmek durumunda ka­lan Amerikan Sineması için, şu ifadeler kullanılır:

"Amerikalılar, Fransızlar gibi yanaktan, saçtan öpmeyi sevmezler... 'Busenin zevki yalnız dudaktadır' derler.
Bu­na rağmen sansürden sonra mecburen Fransız tarzına av­det (dönüş) etmişlerdir.

Zira sansür yalnız dudak üzerinde­ki buse için hudut tayin edi­yor."

Göstermeden, hissettirme yöntemi

Sinemacıların sansür kar­şısındaki buse için buldukları bir diğer yol da buseyi seyirci­ye göstermeden hissettirme yöntemidir.

Bu yönteme göre, oyuncu­lar beyazperdede gerçekleşe­meyecek busenin tesirini vere­bilmek için, karşılıklı olarak dudaklarını birbirine yaklaştı­rır - yakın planlarla titreyen dudaklar gösterilir - aynı anda oyuncular gözlerini birbirlerine odaklayıp istekli bakışlarla bir süre birbirlerini süzer; son­ra kararan sahne geçişleriyle, busenin etkisi seyirciye veril­miş olur...
.
            
'dudak busesi' belirli esaslara bağlanarak, beyazperde de ki özgürlüğüne kavuşmuştur ama…

Ancak tam da o dönemde yapılan filmlerle dergi ve ga­zetelerde çıkan yazılardan an­laşılıyor ki, özellikle Ameri­kan Sineması, başta Fransız usulü buseye ve diğer yönteme daha fazla dayanamamış; du­dak buselerinin yer aldığı filmlere yeniden yönelmiştir.

Sansür ile sinemacılar ara­sında yaşanan 'buse mesele­si'nden dolayı ortaya çıkan gerginlikler, zamanla izleyici­lerden gelen talep ve yapımcıların istikrarlı direnişi karşı­sında yumuşamıştır.

Sonuçta, 'dudak busesi' belirli esaslara bağlanarak, beyazperdedeki özgürlüğüne kavuşmuştur.

Busenin süresi meselesi

Buselerin dudaklarda bir­leşmesine izin veren sansür, öpüşmenin ahlaka aykırı ol­masını engellemek için, bu se­fer de buse üzerinde 'süre' kı­sıtlamasına gitmiştir.

Buna kısıtlama çerçevesin­de, bir filmde yer alan dudak buselerinin 'gayri ahlaki te­lakki edilmemeleri için' sansü­rün izin verdiği ölçü bir buçuk metreydi...

Sonuçta, iki metre­yi geçen buse sahnelerinin yer aldığı filmler yasaklanmış ya da makaslanmıştır...

Dudak busesi için bu ve buna benzer kısıtlamalar geti­rilmişse de, öpüşme üzerinde­ki tüm bu sınırlamalar, bir noktaya kadar etkili olmuş ve dünya sinemasındaki mücadele, öpüşmenin, dudak üzerin­deki sınır tanımayan zaferiyle sonuçlanmıştır.
.
         
Türk sinemasında buse ilk döne­minde bir 'sorun' değil­dir!..

Türk Sineması'nda 'buse', Osmanlı'nın son yıllarında da, Cumhuriyet'in ilk döne­minde de bir 'sorun' değil­dir!..

Hatta sansür için buse­den daha tehlikeli olan 'müs­tehcenlik' bile, diğer dünya ülkelerindeki film gösterimleri­ne kıyasla, yerli ve yabancı ya­pımlar için, bir sorun olmaz.

Üstüne üstlük, şu özellikle vurgulamamız gerekir ki, Cumhuriyet öncesi çekilen filmlerde bile, filmin öyküsü, kadın karakterler üzerine ku­ruludur. Sedat Simavi'nin 'Pençe' (1917) ve Ahmet Fe­him'in 1919'da. çektiği 'Mü­rebbiye' ile 'Binnaz' filmlerinde olduğu gibi...

Mehmet Rauf'un 1909'da yayımlanan 'Pençe' adlı oyu­nundan aynı adla sinemaya uyarlanan 'Pençe' filmi, döne­min eleştirmenleri tarafından, oldukça müstehcen, gayri ah­laki ve yüz kızartıcı bulunur, içinde kimi öpüşme sahneleri­nin yer aldığı kuvvetle muhte­mel bu film hakkında, kaybol­masından dolayı, bugün kesin bir yargıya varma olanağı yok...

Ancak yine 'kayıp' bir film olan, Mürebbiye'nin, bel­ge olarak bugüne kalabilmiş çekim listesine göre, bu film­de, öpüşme planlarının bulun­makta olduğunu biliyoruz. Yine bu listeye göre, filmin kahramanı Anjel (Madam Ka­litea) bir otel odasında genç birisiyle kucaklaşıp öpüşür­ken, yaşlı sevgilisi Maksim ta­rafından yakalanır.
.
         
Türk Sineması'nda öpüşen ilk kadın oyuncu

Sinema araştırmacısı Agâh Özgüç de bu noktadan hare­ketle, "Türk Sineması'nda öpüşen ilk kadın oyuncu, Rum asıllı Madam Kali­tea'dır" saptamasını yapar.

Bugün, bu saptamanın ötesinde, diğer ülke sinemala­rına kıyasla, Türkiye'de film yapım sürecinin, kötü koşul­larda ve geç başlamış olması­nın, bu sanat dalını denetle­yen bir sansür kurumunun oluşmasını da engellemiş bu­lunduğunu vurgulamak gere­kir.

İşte belki de yalnızca bu yüzden, içinde öpüşme sahne­leri yer alan filmler, Türkiye’de sansürden kurtulabilmiştir!

Haber Kaynağım :
Popüler Tarih Dergisi - 30.sayı / Şubat 2003 


Ali ÖZSUYAR "Beyazperde de buse meseleri" başlıklı yazıdan alınmıştır.  


Resim ve başlıklar yazıya eklenmiştir.


merakediyorum grubu üyeleri 
merakediyorum@googlegroups.com
Anyway adına kinaye@yahoogroups.com