Kadınlar, ölen kocalarını neden unutmazlar?


Atalarımıza göre bir erkek, karısı öldükten sonra taziye yerine gelen kadınları kendisine yeni eş bulmak amacıyla incelermiş. Peki ya kadın…

Birçok konuda olduğu gibi eşini kaybeden kadın ve erkeğin karşılaştıkları tablonun da birbirinden oldukça farklı görünür. 

Her ne kadar başta İstanbul olmak üzere bazı büyük şehirlerde durum az da olsa değişmeye başlamışsa da buralarda bile homojen bir dönüşümden bahsedemeyiz. 

Kadın ve erkeğe eşit bir yaşam biçimi sunma olgusunun bu şehirlerin üst-orta sınıfına mensup, tahsilli ve sosyal yaşam serbestliğine sahip zümre içerisinde sınırlı olarak kaldığını ifade edebiliriz.

Eşini kaybeden erkek hangi şehirde yaşarsa yasasın, hangi sosyal gruba ait olursa olsun, nasıl bir eğitim durumuna sahip olursa olsun fark etmez, yeniden hem de en kısa sürede evlenmesi -yine de 40 günü doldurması beklenir- neredeyse bir yaradılış gereği olarak kabul edilir. 

Erkeğin evlenmesinden sonra herkes erkeklerin bekar yaşayamayacakları, eninde sonunda bunun gerçekleşeceği ve bir an önce olmasının da iyi olduğu, adamcağızın perişan olmadan tekrar düzenli bir hayata geçmiş olmasının sevindirici olduğu yönünde yorumlar yapar. 

Eğer erkek, bu işi kendi başına kotaracak kadar becerikli değilse birkaç ay sonra tüm eş, dost, akraba-i talukat zavallı adamcağıza yeni bir eş bulmak için seferber olmaya başlarlar. 

Adamın karısını boşamamış olması, Allah’ın emriyle ölmüş olmasından dolayı çevresinde kadınlar da bu yeni hatun bulma arayışı içerisine gönül rahatlığıyla dalar; toplantılarda, günlerde konu komşusuna, ahbabına, arkadaşına uygun biri var mı diye sorar, soruşturur; aynı zamanda da zavallı ve yalnız bir adamın hayatını düzenlemek, onun toparlanmasını sağlamak sevabına girdiğini düşündüğünden de bu işi manevi bir haz alarak ifa eder.

Eğer erkek evliliğin yükünü uzun süre taşıdığını düşünüyor, biraz rahat ve özgür bir şekilde hayatını yaşamak istiyorsa tercihini başka yönde yapar tabii. 

Her ne kadar yine eş, dost kendisini bir an önce baş göz etmek için çaba içerisine girmişse de sabık koca, bu teklifleri çeşitli bahanelerle savuşturma hak ve selahiyyetine sahip olmaktadır. 

Beyefendi, istediği süre boyunca istediği türden ilişkiler yaşayabilme, gönlünü görme, özgürlüğün tadını çıkarma gibi çeşitli biçimlerde nitelenebilecek olan eylemler içerisine girebilir. 

Bunu yaparken de -çoğu kez- herkesin dikkatini çekecek tepki alacak şekilde değil de yarı kamuflajlı bir şekilde yapmayı da ihmal etmeyecektir. 

Bununla birlikte, özgür ve bekar bir erkek olarak yaşadıklarını gizleme zorunluluğu olmadığından bazen insanlar onun yaptıklarını görmezden gelir, bazen de ismi çapkın adama çıkar ki her iki seçenekte de erkeğin bundan sonraki hayatını, sosyal yaşamını, iş alanındaki süreci olumsuz anlamda etkileyecek bir  hal bulunmamaktadır.

Diğer tarafa gelip durumu, eşini kaybeden kadın cephesinden izleyecek olursak gördüğümüz manzara oldukça farklıdır. 

Atalarımızın şahitliğinde kelam ederiz ki; öncelikle hiçbir kadın, kocasının taziyesine gelen erkeklerden kendisine yeni bir koca devşirme heves ve isteği içerisinde olmaz, ancak taziyeye gelen erkeklerin, bu kadını potansiyel ikinci eş veya sevgili adayı görüp görmediğine dair kafa karıştırıcı, erkeklerin taziye ifadelerinin sıhhatini zedeleyici bilgi ve bulgular olduğunu söyleyebiliriz.

Kadın, taziyeler bitip herkes evine çekildikten sonra -eğer çalışmıyorsa yahut iyi bir gelire sahip değilse- ilk olarak maddi problemlerle uğraşmaya başlar. 

Çalışıyor olsa bile ekonomik durumunda düşüş olduğundan varsa çocuklarıyla birlikte, eskiye nazaran düşen bir standartta yaşamaya alışmak zorunda kalır. 

Örneğin babasını kaybettikten sonra okuduğu kolejlerden devlet okullarına devam etmek zorunda kalan çocuklarla, oturdukları lüks semtten kenar mahalleye geçmek zorunda kalan yığınla aileyle karşılaşmak hiç zor değil. 

Ayrıca geçim kaynağı olmayan çoğu kadının zor koşullarda, az ücretler karşılığında çalışmak zorunda kalması da bu ülkede sıklıkla karşılaştığımız tablolardan birini oluşturur...

Oysa, kadının süreç içerisinde karşılaşacağı sosyal baskının şiddeti, ekonomik sıkıntının zorluklarını bir kenara bıraktıracak kadar yoğun olacaktır. 

Kadın öncelikle arkadaş, konu komşu kadınların soğuk ve mesafeli tavırlarıyla karşılaşacak kendisini olası bir tehdit olarak  gören kadınların savunma mekanizmalarını devreye soktuğuna tanıklık edecektir. 

Ancak bu konuda sadece koruma güdüsüne geçen kadınları yargılamak yerine onların böyle düşünmesine yol açan erkeklerin, kocaların düşüncelerini de sorgulamak gerekmektedir. 

Böylelikle yalnızlaştırılan kadının, varsa iş hayatında da benzer uygulamalar, önyargılar görülür. 

Erkeklerin kolay lokma, kadınların potansiyel tehdit gördükleri dul kadının tüm hayatı bazen fark ettirilerek bazen ettirilmeyerek büyüteç altına alınmıştır artık…

Erkekler tarafından kıskaca alınan kadın, nedense evlilik yerine birliktelik teklifleriyle sıklıkla karşılaşır hatta bu kimi zaman bıkkınlık verici dereceye ulaşırken yeni bir evlilik yapması aynı durumdaki bir erkeğinkine göre daha zordur. 

Nedense, erkeklere yeni bir eş bulmak için çaba gösteren eş dost, akrabaya pek rastlanmaz, bu sadece kadının gerçek arkadaşlarının birkaç cılız çabası olarak kalır. 


Eğer kadın şanslıysa (!) varsa çocuğunu da kabul edecek biriyle evlenir de en azından toplum baskısından kurtulur; değilse bu minvaldeki baskılara karşı kendine göre savunma stilleri oluşturmak, bunu da  yaşlı bir kadın olup tehdit unsuru olmaktan çıkıncaya kadar sürdürmek zorunda kalır…

İşte, bu kadınların sık sık, -ölen kocaları ne kadar kötü olursa olsun- “Ah, kocam başımda olsaydı tüm bunları yaşamazdım” demelerinin, gün geçtikçe eski hayatlarına özlem duymalarının, yani ölen kocalarını unutmamalarının sebebi işte bu gibi ayrıntılarda gizlidir, yoksa yayvan göbekli, dörtgen yüzlü kocaya gerçek bir sevgi ve hasretle dolu olunduğundan değil…

Haber Kaynağım :
 http://www.kadinhaberleri.com/