Kadın, yalan, şiddet...


Reşat Nuri Güntekin'in Homongolos'u da böyle bir tiptir işte. 


Kadın nefreti erkeklerin bazılarının iliklerine kadar işlemiştir.

Onlar kadın karşısında ağlamaz, elleri daima tokat atacak konumdadır, ayakları tekmelemeye hazırdır, ama hep yalan söylerler.

 Yolcunun biri çölde yürürken tek başına oturmuş, gözlerini önündeki kuma dikmiş bir kadına rastlamış.

"Kimsin sen?" diye sormuş.

Kadın, "Doğru sözüm ben," demiş.

Yolcu "Ne diye kenti, köyü bıraktın da çölün ortasında oturuyorsun," diye sormuş. Kadın, "Ne yapayım? Eskiden yalan söyleyene az rastlanırdı; şimdiyse ne denilse, ne işitsen işin içine yalan karışıyor," demiş.

Bu, bizde daha çok Ezop adıyla bilinen, M.Ö. 7 ve 6. yüzyıllarda yaşadığı sanılan Asipos'un masallarından bir alıntı.

Ezop'un masalları, yüzyıllardır insan kimliğinin, karakterinin pek değişmediğini göstermesi açısından çok önemli. Yalan, yüzyıllardır insanoğlunun en çok başvurduğu kaçma yöntemi.

Ama kimi zaman bu birinsanın yaşamını söndürecek, onu itibarsızlaştıracak, yok edecek aşamaya kadar varabiliyor.

Yalan, bir kez söylendikten sonra, ardarda dizilen iskambil kağıtları gibi çoğalarak ve birbiri üzerine yıkılarak sürüp gider. Tek nedeni de, bir yalanın ancak başka bir yalanla örtülme çabasıdır.

Son iskambil devrildiğinde, yalanı söyleyen de artık devrilmiş olur, ama bunu ilk iskambili devirdiğinde asla anlayamaz.

Ezop'un masalında çölün ortasında oturan kadını düşünün: "Doğru sözüm ben," diyor. Neden Ezop bir kadın imajı seçti dersiniz? Yalana en çok maruz kalan kadınlardır da ondan.

Kadına şiddet, son zamanlarda gündemin neredeyse birinci maddesini oluşturuyor. Gün geçmiyor ki bir namus cinayeti işlenmesin, bir kadın işkence görmesin, dayak yemesin.

Yani, namus kavramı neden yalnızca kadınların üzerinden kendini somutlaştırıyor.
Kadınlar aynı duruma maruz kaldığında bırakın cinayeti; suçlama, şiddete başvurma, şikayet etme hakkı bile bulamıyor.

Mesela kravat ve takım elbise maskesinin ardına saklanmış, ama geçmişi suç ve şiddetle dolu olan bir erkek hakim karşısına çıktığında “iyi hal” indirim alabiliyor.

Kadın ise ne kadar şık giyinirse o kadar manidar algılanıyor, hatta negatif bir sürü sıfatla nitelendiriliyor.

Kadınlardan ölesiye nefret eden Nietzche veya Dostoyevski gibi dev yazarlar, nedense kadınları asla kahramanları arasına katmamışlardır.

Bunu Dostoyevski bazında alırsak eğer, yazarın kadın kahraman yaratmamış olmasına (Nastasya Filipovna'yı ayrı tutmak gerekebilir) şükretmek gerek, zira olumlu tek kahraman yaratmayan bu kadın düşmanı yazarın yaratacağı bir kadın kahraman da herhalde dünya edebiyatında şeytanın yerini alacaktı.

Reşat Nuri Güntekin'in Homongolos'u da böyle bir tiptir işte. Kadın nefreti erkeklerin bazılarının iliklerine kadar işlemiştir.

Onlar kadın karşısında ağlamaz, elleri daima tokat atacak konumdadır, ayakları tekmelemeye hazırdır, ama hep yalan söylerler.

Dudakları morarmış kadını gösterirken de, "merdivenden inerken düştü" der, 'dövdüm' diyemezler. Böylesine ürkek ve pısırıktırlar.

Kadına el kaldıran erkekler, erkekliklerini ancak bu yolla tatmin eden kompleksli tiplerdir ve türlerinin yüz karasıdır.

Yalan biz kadınları çöllerin ortasına itmiştir, tıpkı Ezop'un masalındaki "doğrucu kadın" gibi.

Şimdilik oradayız. Bir yüz yıl daha kalsak da yalan dünyasına geri dönmeyeceğiz.

Haber Kaynağım:
A.İklim BAYRAKTAR tarafından yazılmıştır. / ROTAHABER
www.twitter.com/aiklimbayraktar
a.iklim.bayraktar@gmail.com