Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi


Bir önceki yazımızda cezaevi içinde mahkûmların yaşam koşularını, cezaevi dışında da mahkûm yakınlarının bekleme çilesini konu edinmiştik.

Kapasite fazlasından dolayı cezaevlerinin, hayvanların kamyon kasalarına doldurulduğu gibi mahkûmlarla doldurulduğunu vurgulamıştık.

Onlara da insani değerler çerçevesinde ve insanca yaşama koşulları oluşturulması gerektiğini yazmıştık.

Ama ne yazık ki, birkaç gün sonra bahsi geçen cezaevinde, yaz sıcaklarının etkisiyle isyan çıkmış ve on üç insan pisipisine yanarak ölmüşlerdi. Akabinde de, çocuk koğuşunda ikinci isyan çıkmış.

Daha sonra Karaman, Gaziantep ve Adana cezaevlerinde kötü koşulları ülke gündeminde tutmak için koğuşları ateşe verip, isyan etmişlerdi.

Ölen on üç kişi, arkalarında bir sürü boynu bükük yetim çocuk, dünyası yıkılmış dul kadın, acıdan kalbi delinmiş gözü yaşlı anne ve baba bırakmışlardır.

Ancak maalesef bizde bunların pek fazla önemi yoktur. Kamuoyu önünde görev icabı ve göstermelik olarak üzüntü ve taziyelerimizi iletir, hep rahmet dileyip olayı kapatırız.

Bu, sadece son olayda değil, geçmiş bütün olaylarda rutin olarak uygulanır. Yok kardeşim!

Baş sağlığı ve rahmet dileyip, duygu sömürüsü yerine, sorunların sebebini ve müsebbibini bul. Sorunların çözümünü kökten halletmek için girişimlerde bulun.

O zaman Allah önce sana, sonrada topluma rahmetini göstersin. Zaten, ölen bu mahkûmlar olsun veya bir başkası olsun, Allah amellerine göre rahmet edecektir.

Neticede bu isyanlar ve mahkûmların ölüm sebebi, kapasite fazlası mahkûm sayısının olması ve bunlara ek olarak 45 dereceyi bulan Urfa sıcaklarında sauna ortamına dönüşen koğuş ortamıdır.

Peki, bu isyanlar nasıl önlenebilirdi? Tam teşekküllü ve teçhizatlı cezaevi yapılmış olsaydı, büyük olasılıkla bu üzüntülü durum önlenebilirdi.

Ancak, ülkenin ekonomik koşulları hemen her şeyi yapmaya müsait olmayabilir ama daha da çok basit bir şekilde önlenebilirdi.

Peki, Nasıl? Az maliyetli bir şekilde koğuşlara klima takılarak sıcaklardan kaynaklanan isyanlar önlenebilirdi. Zaten yemek parası mahkûmlardan alınıyor.

Yaz döneminde mahkûm başına düşen 30-40 lira soğutucu elektrik giderini de yemek ücretine ilave edilerek sorun kısmen giderilmiş olunabilirdi.

Ancak bunları yapmaya engel olan tek şey, anlayışımızda bir türlü oluşturamadığımız insan odaklı hizmet anlayışının oluşmamasıdır.

Gerek mahkûm olsun gerek diğer insanlar olsun, bunlara insani değerler çerçevesinde yaklaşmadığımız için bu olayları yaşıyoruz.

Neticede bu mahkûmlar da insan, gerek eğitimsizlik ve görgüsüzlükten gerek bilgi zeminine oturtulamayan ülke ekonomisinin bir türlü refaha kavuşmamasından gerekse de toplum içinde bazı grup ve toplulukların, kaba güç ve şiddeti kültüründe fenomenleştirmiş olduğundan suç işlenmekte ve suç oranları artarak devam ettiğinden, cezaevlerimiz mahkûmlarla dolup taşmaktadır.

Ceza ve ıslah evlerinde, yaygın eğitim kapsamında mahkûmları ıslah etmek ve topluma kazandırmak amaçlı verilen mesleki kurslara ek olarak, sosyal ilişkileri düzenleyici dersler önem ve titizlikle verilmelidir.

Bu, hem cezaevinde mahkûmlar arası ilişkilerde hemde mahkûmların tahliyesinden sonra, toplumla olan sosyal ilişkilerine önemli katkı sağlayacaktır.

Sonuç olarak, hem toplum içindeki sosyal ilişkileri düzenlemek ve suç unsurlarını ortadan kaldırmak için hem de toplum ile toplum yöneticileri arasındaki hizmet ve ilişkileri insani değerler çerçevesinde döndürmek ve buna benzer vakaları yaşamamak için, acilen köklü bir eğitim sistemine ihtiyacımız vardır.

Haber Kaynağım :
Bu yazı Ahmet Polat' ın makalesidir.
ahmetpolat663@hotmail.comBağlantı
http://www.sanliurfa.com/