Klasik DVD’ler arasında yolculuk

Robert Duvall, James Stewart, Bing Crosby ile Victor Mature’u hatırlamamızı sağlayan dört film. Bugün, geçtiğimiz aylarda DVD’leri çıkan “Sevecenlik”, “Harvey”, “Yolumda Giderken” ve “Hannibal”ı ele aldım.

“Sevecenlik”: Yalnız ve izole edilmiş bir müzisyen

Western ve melodram tabanlarını bir müzisyen hikayesi için birleştirip buradan da etkileyici oyunculuklara sahip, doğru yönetmenlikli bir eser çıkarmak zor iştir. Özellikle de elinizde ‘geçmişte şunu şunu yapan bir adam’ gibi bir tümce var ise.

Kolaylıkla bir duygu sömürüsü ağı etrafınızı sarabilir. Mac Sledge gibi orta yaşlarında bir müzisyenin izinde de rahatlıkla ölüm, taziyeler ve daha nicesi devreye girebilir.

Ancak Avustralya çıkışlı hikaye anlatıcısı Bruce Beresford ve senarist Horton Foote belli ki bu virajları iyi almış. Karakterin etrafını Sidney Lumet-Mike Nichols arası bir 70’ler geleneği ile saran yönetmen, kaydırmalar, geniş açı objektifler ve oyuncu yönetimi ile doğru bir giriş yapmış.

Doğanın ortasında İç savaş milliyetçiliği temsilcisi, dinle haşır neşir karakterin ‘ruh hali’ne odaklanmış.

Onun bitmişliğini, yitikliğini bu coğrafyanın yabancılaştırıcı etkisiyle sarıp bir anda ortaya çıkan bir dul ile oğlunun ‘sevgi’ sosuyla düzlüğe çıkarmış. Adeta düşüşün yükselişini ‘yarım ışıklı bir başarı’ öyküsüne dönüştürmeyi becermiş.

Geri gelen ‘babam alkolikti’ düşünceli eski kız (Ellen Barkin) ise bir anda hassas merhametlerin, karakterin yapısındaki duyguları ve ağlama arzusunu dışarı çıkarmasını sağlamış. Böylece 1983
tarihli “Sevecenlik”in orijinal ismi “Tender Mercies”in gerçek Türkçe çevirisine açılmasına olanak tanımış.

Beresford, doğa ve Amerikanlık meselesinden bir sıkışmışlık çıkarıp adeta müzikte ve sevgide aramış kurtuluşu. Bu da anti-western görüntüsünden beslenen, karakter dramasına yatkın bir melodramın sözünü vermiş.

Adeta bir Robert Benton edasıyla ‘hüzün dolu’ yapının çekirdeği ayrılıp ‘kemikli’ hale getirilmiş. Safkan duyguları temsil eder konuma sokulmuş.

FİLMİN NOTU: 6.5

“Harvey”: Yönünü bulamamış

‘Akıl hastası hikayesi’ veya ‘hayal arkadaşı filmleri’nin içinde anılabilecek “Harvey” (1950), bir James Stewart (Elwood) fetişizmi kıvamında. Hitchcock ve Capra’nın has oyuncusu burada ikinci seçeneği yerine getiriyor.

‘Bunu ne kadar beceriyor?’un cevabını ‘en azından kendi görevini yapıyor’ olarak verebiliriz.

Ancak “Harvey”nin “Öldüren Hatıralar” (“Spellbound”, 1945) veya “Üç Ruhlu Kadın” (“The Tree Faces of Eve”, 1957) kadar çarpıcı bir ‘hastalık filmi’ne dönüştüğünü söylemek güç. Bu durum da filmin ‘kafa karışıklığı’ ve ‘yön belirleme’ sıkıntılarından kaynaklanıyor.

Zira Mary Chase’in oyunundaki ‘Elwood-dev tavşan’ ilişkisinin zemini fazla muhalif ve sıradışı kaçmış olacak ki Universal’ın oyu, bunu bir ‘aile dramı’na çevirmek olmuş.

Bu durum da ister istemez Elwood’un akıl hastanesine gitmesiyle birlikte zıvanadan çıkmış aile portresinin ortasından yükselen bir ana karakter kaybını ortaya çıkarmış.

Bundan sonrası ‘herkes deli veya onu seviyor, önemli olan bu durumun gerçeklerini görmemek’ gibi garip bir muhafazakarlıkla sarılmış. Fantastik-dram iskeletinde Capraesk duruş yerine getirilmemiş.

Bu da yönetmen Henry Koster’ın, çerçevelere, alan derinliğine ve oyuncu yönetimine hakimiyetine karşın ‘metin’e hakim olamayıp ağırlığını koymamasından kaynaklanıyor.

Zira kendisi Almanya göçmeni. Belli ki bu durum filmin aleyhine çalışırken, ‘Universal’ etiketini de daha yükseklere taşımış.

FİLMİN NOTU: 4

“Yolumda Giderken”: Dini aydınlanmayı tersine çevirenler

Hollywood’da ‘dışarıdan gelen rahip’ hikayeleri çok fazla yoktur aslında. Zira hem tehlikeli ve iki tarafa çekilebilecek bir konsept hem de dini propaganda riski içerir bu durum.

Sinemada ise daha ziyade Dreyer, Bergman gibi isimlerin filmlerinde karşımıza ‘sanatsal içerik’
niyetine çıkarılmıştır.

Buradaysa Leo McCarey’nin siyah-beyaz sinema düşüncesini içeren 1944 tarihli ‘En İyi Film’ dahil 8 Oscar’lı “Yolumda Giderken” (“Going My Way”), gerçek bir din taşlamasına da uzanıyor.

Köktendincilik, dini aydınlanma gibi meseleleri elinin tersiyle iten rahip Chuck O’Malley’nin
gerçek anlamda bu ‘terapi’sel yolculuğu, ‘aykırı tip’lik işlevine bürünüyor.

“Night of the Hunter”a (1955) benzer süreç ise Bing Crosby gibi 30’ların meşhur komedi oyuncusunun vücudunda canlanıyor.

Çocuklara inancı öğretirken, serbestliğiyle başpsikoposları da eğitime tabi tutan bu adam, nihayetinde evliliği de, dini de, kabuğuna kapanmayı da merceğine alıyor.

Jim Carrey’de gördüğümüz ‘ciddi rol’e ısınma turlarından birine imza atıyor. Standart klasik Amerikan sineması gerekleri de böylece dini taşlamayı işlevsel bir ‘dışarıdan bakış’ ile sarıyor. Etkileyici bir ‘aydınlanma karşıtlığı’yla bizi dolduruyor.

‘Yolumda Giderken’ şarkısının aşırı tutuculuğunun da bağnazlığın dışında bir kurnazlıkla kullanılması ve performansların 30’lar düşüncesinin ışığında bir minimal koreografiyle sarılması tesadüf değil.

Zira bu uygulamalar ‘Katolik Kilisesi’nin o açıdan da etkisini ‘kaybetme’sini amaç ediniyor kendisine. “Yolumda Giderken” de din ve kilise taşlamasını doğru bir yoldan uzanıyor.

FİLMİN NOTU: 6.3

“Hannibal”: Bir Roma İmparatorluğu hikayesi daha

Carlo Ludovico Bragaglia ve Edgar G. Ulmer’ın ortaklaşa yönettiği, Hollywood kaynağında 1960’a kadar iş yapan ‘sword-and-sandal epic’ (kılıç-sandalet filmi) ürünlerinin has örneklerinden biri. Ancak onların ‘iyisi’ demek zor bu eser için.

Zira sessiz sinema döneminde Cinecitta kaynaklı tür örneklerinden biri, burada münferit bir İtalyan şirketinin bünyesinde projelendirilmiş. Bu da Hollywood’a ‘İngilizcesini de yapalım’ görüşüyle pazarlanan bir ‘ticari ürün’ çıkarıyor karşımıza.

Bu durum, Roma’ya karşı direnişe geçen Hannibal’ı kılıç dövüşleri,aşkları ve daha nicesiyle örülü bir iktidar mücadelesinin orta yerine sokuyor.

Buradan ise hafif eski efektler, sinemaskopun yitmişliği ve pembe dizisel karton karakterlerle yoğrulmuş bir serüven izliyoruz. Sanki yavaş yavaş dönemi biten bu büyük prodüksiyon tarihi-epiklerin son demini vuranlardan biri karşımızdaki.

“Hannibal”ın (1959) İtalya’da izlenip, ABD’de Victor Mature, Gabriele Ferzetti veya oradaki yönetmeni G. Ulmer’ın kara film kökenine saygısızlık olarak parlaması da ayrıca manidar bir durum, onu da es geçmeyelim.

FİLMİN NOTU: 3.5

Kerem Akça’nın Önerdiği 15 DVD:

1-İçinde Yaşadığım Deri (La Piel Que Habito)
2-Köstebek (Tinker Tailor Soldier Spy)
3-Başsız Kadın (La Mujer Sin Cabeza)
4-Paranoya (Martha Marcy May Marlene)
5-Hugo
6-Ölümsüzler (Immortals)
7-Sevecenlik (Tender Mercies)
8-Yolumda Giderken (Going My Way)
9-40
10-Nar
11-Atlıkarınca
12-Kasabadaki Sır (Peacock)
13-Büyük Dövüş (Warrior)
14-Demir Leydi (Iron Lady)
15-Paris’te Gece Yarısı (Midnight in Paris)

Not: Liste, son iki ayda çıkan DVD’lerden oluşturulmuştur. Her hafta güncellenecektir.

Haber Kaynağım :
Bu makale Haberturk gazetesi köşe yazarı Kerem Akça tarafından yazılmıştır.
http://www.haberturk.com/
keremakca@haberturk.com