Ya aşkın, ya maaşın!



Gün geçmiyor ki, 'ileri demokrasi' reformlarının altından nurtopu gibi bir yan etki patlak vermesin. 

8 Mart'ta bizzat Başbakan Erdoğan tarafından açıklanan; eşini kaybetmiş 'dul' ve sosyal güvencesiz kadınlara iki ayda bir yapılacak 500 liralık yardım müjdesi mesela... 

Umut verici bir gelişme. Hemen arkasından sahneye çıkan 'sevgili' kriterine kadar tabii maalesef. 

Sürece göre; yardıma hak kazanan kadınların ekonomik ve medeni durumları her ay ve her yıl incelemeye tabi tutulacak. 

Ve nikahsız dahi olsa, aynı evde bir erkekle yaşadığı tespit edilen kadına yapılan yardım iptal edilecek. Bunun anlamı şu: Devlet, kadının hayatındaki erkeği 'sosyal güvence' olarak görüyor ve kadını da bu yönde yaşamaya mecbur ediyor. 

Oldukça sakat bir bakış açısı bu, ancak yardımın çıkış amacının; eş yoksunluğunun yol açtığı mağduriyeti hafifletmeye çalışmak olduğunu hatırlarsak... 

Kadının evinde 'kalıcı' olan yeni bir 'eş' figürünün, yardımın kesilmesine sebep oluşturmasında bir terslik yok. Aksi takdirde suiistimale açık hale gelir bu yardım, öyle değil mi? Buradaki asıl sorun daha sinsi olabilir korkarım.

'DUL' KADINLAR GÖZETLENECEK Mİ?!
Kritik olan şu ki; bu ülkenin en belalı imajlarından biridir 'dul kadın' ve düşmanı da maalesef çoktur. 

Dilerim ki, yardıma hak kazanan 'dul' kadınların evlerine yarın bir gün işgüzar konu-komşu ve yardım denetleme komisyonu elbirliğiyle 'baskınlar' filan düzenlenmeye başlanmaz. 

Yani bu tespit-sorgulama 'kisvesi' altında, insanların evine giren çıkana bekçilik etmeye soyunulup da, kaş yaparken göz çıkarma yarışına dönmez umarım bu iş. 

Dul kadının üzerindeki 'geleneksel' mahalle baskısını düşününce hiç ama hiç iyi şeyler gelmiyor insanın aklına. Hayırlısı bakalım.   
    
VELEV Kİ, 'SOSYAL GÜVENCE'...
Beraber yaşayan insanların birbirlerine destek olmaları, ortak bütçe yapmaları doğal. Nikahlı ya da nikahsız. Orası herkesin kendi bileceği iş. 

Ancak devletin 'fazla meraklı komşu' gibi gözünü-kulağını kapınıza dayayıp kim var kim yok kontrol etmeye girişmesi berbat bir fikir. Daha da vahimi, erkeği 'işveren', kadını 'çalışan' gibi konumlandırması... 
Erkek bir istihdam kapısıymışçasına; 'aşk yoksa maaş var, aşk varsa maaş yok' demesi. Kadının, erkeğe 'muhtaçlık' durumunun devamına gösterilen bu heves var ya bu heves... 

Bizim en büyük sorunlarımızdan biri işte bu heves.
 
Magazin klişeleri
Magazinci jargonunda birinin masumiyeti ihtimali üzerinde duruluyorsa, 'hem ne belli sevgilisi olduğu?' yaklaşımı devreye girer inceden. Söz konusu 'sanatçı' ile arayı iyi tutmanın da bir yolu olsa gerek bu. 
Son örneği Gülben Ergen ile yaşandı. 'Şahdamarım', 'Sahibim misin sen benim' gibi mesajlar attığı kameraya yansıyan Gülben'in yeni sevgilisi haberi ortalığı yıkıyor. 

Ünlü bir magazinci de yorum yapıyor televizyonda: 'Belki 'şahdamarım'ı çocuğuna dedi ama ya 'sahibim misin sen benim'?'... 

Alkış gerçekten! Müthiş yorum... Çocuğu ruh hastası yapmanın en pratik yollarından biri olsa gerek, 'şahdamarım' türü bir sesleniş. Hangi fanatik anne yapar ki bunu? 

Gelin siz 'sevgili' ihtimali üzerinde durun. O daha tehlikesiz.

Haber Kaynağım :
Bu eser Akşam Gazetesi Sevim Gözay makalesidir.