Necef Uğurlu 'don' meselesini yazdı



‘Gerçek’lerden yola çıkarak kurgulanan, ’gerçekler’i dile getiren diziler, ‘gerçek’lerin tartışıldığı programlar derken izleyici aslında gerçekleri değil  televizyon kanallarının
gerçeklerini izlediğinin farkına varmaya başladı.

Ülkemizin, dünyamızın,  bizlerin  medyanın gösterdiklerinden ibaret olmadığı  gerçeğini  görmeye başladığımızı düşünüyorum. Asıl değişim bu uyanıştır.

‘Çok sayıda’  televizyon kanallarında  yayınlanan ‘çok sayıda’  program arasından ‘ sıyrılıp’ ödüle layık görülen programıyla övünen  programcı   aldığı  ödülü  anons edince karizması  yerle bir oluyor  çünkü  programa  verilen ödül de  ‘çok sayıda’  dağıtılan ödüllerden biri , anket neticesinde oluşmuş bir ödül  Bir okulun öğrencileri bu hanımın programını ‘hepsi’ nin arasından birinci seçmiş.

Bu ödül vesilesiyle  bu programı  dizi dizi inci hepsinin arasından birinci seçen okulun  öğrencilerinin  ve akademik seviyesinin tartışması açılsa ödül faydalı bir işlevsellik kazanacak ama böyle bir tartışma söz konusu değil, olsa zaten uzaya gitme ihtimalimizde kuvvetlenir ama şu an yeryüzünde sürünmekle meşguluz.

Uyduruk işlere uyduruk ödüllerin verildiği bir ülke de geçinip gidiyoruz, artık bunu görebiliyoruz.

Bu yaklaşım uyduruk ödül piyasasını meşrulaştırırken özellikle eğitim kurumlarının bu ödül verme madrabazlığına katkılarının nedeni  ise başka bir muamma! Bunu da görebiliyoruz , az buz gelişme değil.

Ödül almaya programcı giderken peşinde kameraları sürükleyecek ,  böylece ödül alan programcının kanalında okuldan üç beş yerde bahsedilecek ve illa ki haberlerde yer verilecek böylece okul  reklam yapmış olacak. Bu al gülüm ver gülüm döngüsünü  görebiliyoruz.

Aynı şey filimler içinde geçerli, bu sefer ödül yerine seyirci sayısı söz konusu, nasıl ki izleyiciye ulaşamamış film kötüdür anlamına gelmez ise gişe rekoru kırmasıyla övünülen her film  bir sinema baş yapıtı, yapımcısı da bir sinema dehasıdır anlamına gelmez.

Hele basit ticari kurallardan para kazanmayı amaçlayan bir sinema kurgusundan  ‘maneviyat’ , tarihi misyon kırıp sarmak palavranın dik alasıdır, bunu da görebiliyoruz.

Halkımız fazla gazete okumuyor tirajlar ortada, çaresi bulundu sabahları  her televizyon  kanalı izleyiciye gazete okuyor  , kendi haberlerini, haber filimlerini göstermiyor.

Hemen hepsi aynı gazetelerden aynı haberleri okuyarak televizyon programcılığı yapıyor. Ne masraf ediyorlar, ortak yayına geçip aynı spikere okutsalar ya. Bunu da görüyoruz.

Geçenlerde  tesadüfen ’  Cemiyet’  adlı bir derginin kapağında ‘Tatlıtuğ Olağanüstü sıradan bir insanım diyor ‘ ibaresi gözüme çarptı . 

‘Olağanüstü sıradanlık ‘ birbirinin zıttı  bu iki kelime ancak Türkiye ‘de,  Tatlıtuğ gibi dahilerin yetiştiği bir ülkede yan yana gelebilir.

Gülriz Sururi’nin bile oyunculuğunu etkileyici bulduğu bu geç aktör aynı zamanda manken olan Tatlıtuğ vücudundaki baklavalarla da meşhur ve söylediği türküyle ortalığı yıkmasıyla da ünlü.

Ama aynı zamanda bir büyük düşünür anlaşılan. Bunu da görüyoruz.

Derken Hülya Avşar  kızının ve kendisin  donlarını kimseye yıkatmadığını açıkladı, halbuki  soran yok  ‘Kızınızın ve sizin  donlarınızı kim yıkıyor ‘ diye , kimse sormayınca anlaşılan kendisi açıklama gereği duymuş , belki de halkımızın bu konuda ki duyarsızlığı , meraksızlığına alındı .

Avşar ve kızının donlarını kimin yıkadığı kimin umuru ama  bunun üzerinden verdiği ders önemli  esasen Avşar’ın zekası, büyüklüğü burada devreye giriyor.

Hülya Avşar ‘ın  kendisi  ve kızı örneğinden  yönettiği , yönlendirdiği muhafazakarlığın   don üzerinden olması ülkenin  muhafazakar  doktrinel değişiminin en çarpıcı örneği.

Açıkçası muhafazakarlaşan bir konjonktürde, don üzerinden bir muhafazakarlık  örneğini ancak Hülya Hanım verebilirdi.

Karşısında dilimiz tutuluyor  ne diyeceğimizi şaşırıyoruz  utanmasak donumuzu kafamıza geçirip dolaşacağız kendimizi tutuyoruz.

Yassıada ‘don davası’ nı  hatırlıyoruz, biz bu ‘don’ işini aşamıyoruz. Aşıp donsuz gezmeyi göze alsak mı  acaba , o da uygun olmaz Hande Ataizi’ni hatırlıyoruz  Türk Kadının önünün açıldığı Çiller’li yılları neye el atsam içinde ‘Don’ var ….
Bu tespiti kayda geçiriyoruz. Devrim bir akşam yemeği daveti değildir, bir makale, bir resim, bir dantel örgü hiç değildir. Gelişimi yavaş, dikkatlice , kibarca, gösterişsiz bir şekilde  olmaz.

Devrim, sertlik, şiddet  içeren  bir sınıfın hükmeden diğer sınıfı  devirdiği  bir baş kaldırıdır ‘ mealindeki  sözler Mao’ya ait.

Mao’cu değilim ama bir zamanlar  Mao’cu olup şimdilerde  medyada ciddi güç odakları olanların içler acısı halini gördükçe  bu sözleri  hiç duymamış olduklarını varsayıyorum.

Devrimle kastım değişimdir.

Kim hangi kanalı, gazeteyi alırsa alsın Türkiye’de medya devrimi  , değişimi olamıyor.

Kız giren dul çıkar hesabı Mao’cu bile  giren statükocu çıkıyor.

Medya, hükmeden değerleri değiştirme  vaadiyle gelenleri  kendine benzetiyor  , kurtulmak istediğimiz ne varsa yerli yerinde duruyor  Ayşe gidiyor yerine Fatma geliyor, Aydın gidiyor, Maydın geliyor  en fazladan Sırrı meclise gidiyor milletvekillerini gülmekten kırıp geçiriyor.

Ama Hülya, Tatlıtuğ yerli yerinde duruyor, elbette  bu feylesof  ikiliyle sınırlı değil Meydanın VİP listesi.

Sonra mevcut düzen içinde kim birinci  diye  el kadar çocuklara anket yaptırıp ödül dağıtıyor okullar, Akademia’ nın haline bakın, medyadan beter durumdalar. Farkındayız  Gülhane parkında milyonlarca ceviz ağacıyız.


Ceviz ağaçları konuşacak biz susuyoruz.

Ama gene de  bu uyanışı, farkındalığı kayda geçiriyoruz.
Sevgiyle...

Haber Kaynağım :
Bu makale Necef Uğurlu tarafından kaleme alınmıştır. 
http://www.sacitaslan.com/