‘Gerçek’lerden yola çıkarak kurgulanan, ’gerçekler’i dile getiren diziler, ‘gerçek’lerin tartışıldığı programlar derken izleyici aslında gerçekleri değil televizyon kanallarının
gerçeklerini izlediğinin farkına varmaya başladı.
Ülkemizin, dünyamızın, bizlerin medyanın gösterdiklerinden ibaret olmadığı gerçeğini görmeye başladığımızı düşünüyorum. Asıl değişim bu uyanıştır.
‘Çok sayıda’ televizyon kanallarında yayınlanan ‘çok sayıda’ program arasından ‘ sıyrılıp’ ödüle layık görülen programıyla övünen programcı aldığı ödülü anons edince karizması yerle bir oluyor çünkü programa verilen ödül de ‘çok sayıda’ dağıtılan ödüllerden biri , anket neticesinde oluşmuş bir ödül Bir okulun öğrencileri bu hanımın programını ‘hepsi’ nin arasından birinci seçmiş.
Bu ödül vesilesiyle bu programı dizi dizi inci hepsinin arasından birinci seçen okulun öğrencilerinin ve akademik seviyesinin tartışması açılsa ödül faydalı bir işlevsellik kazanacak ama böyle bir tartışma söz konusu değil, olsa zaten uzaya gitme ihtimalimizde kuvvetlenir ama şu an yeryüzünde sürünmekle meşguluz.
Uyduruk işlere uyduruk ödüllerin verildiği bir ülke de geçinip gidiyoruz, artık bunu görebiliyoruz.
Bu yaklaşım uyduruk ödül piyasasını meşrulaştırırken özellikle eğitim kurumlarının bu ödül verme madrabazlığına katkılarının nedeni ise başka bir muamma! Bunu da görebiliyoruz , az buz gelişme değil.
Ödül almaya programcı giderken peşinde kameraları sürükleyecek , böylece ödül alan programcının kanalında okuldan üç beş yerde bahsedilecek ve illa ki haberlerde yer verilecek böylece okul reklam yapmış olacak. Bu al gülüm ver gülüm döngüsünü görebiliyoruz.
Aynı şey filimler içinde geçerli, bu sefer ödül yerine seyirci sayısı söz konusu, nasıl ki izleyiciye ulaşamamış film kötüdür anlamına gelmez ise gişe rekoru kırmasıyla övünülen her film bir sinema baş yapıtı, yapımcısı da bir sinema dehasıdır anlamına gelmez.
Hele basit ticari kurallardan para kazanmayı amaçlayan bir sinema kurgusundan ‘maneviyat’ , tarihi misyon kırıp sarmak palavranın dik alasıdır, bunu da görebiliyoruz.
Halkımız fazla gazete okumuyor tirajlar ortada, çaresi bulundu sabahları her televizyon kanalı izleyiciye gazete okuyor , kendi haberlerini, haber filimlerini göstermiyor.
Hemen hepsi aynı gazetelerden aynı haberleri okuyarak televizyon programcılığı yapıyor. Ne masraf ediyorlar, ortak yayına geçip aynı spikere okutsalar ya. Bunu da görüyoruz.
Geçenlerde tesadüfen ’ Cemiyet’ adlı bir derginin kapağında ‘Tatlıtuğ Olağanüstü sıradan bir insanım diyor ‘ ibaresi gözüme çarptı .
‘Olağanüstü sıradanlık ‘ birbirinin zıttı bu iki kelime ancak Türkiye ‘de, Tatlıtuğ gibi dahilerin yetiştiği bir ülkede yan yana gelebilir.
Gülriz Sururi’nin bile oyunculuğunu etkileyici bulduğu bu geç aktör aynı zamanda manken olan Tatlıtuğ vücudundaki baklavalarla da meşhur ve söylediği türküyle ortalığı yıkmasıyla da ünlü.
Ama aynı zamanda bir büyük düşünür anlaşılan. Bunu da görüyoruz.
Derken Hülya Avşar kızının ve kendisin donlarını kimseye yıkatmadığını açıkladı, halbuki soran yok ‘Kızınızın ve sizin donlarınızı kim yıkıyor ‘ diye , kimse sormayınca anlaşılan kendisi açıklama gereği duymuş , belki de halkımızın bu konuda ki duyarsızlığı , meraksızlığına alındı .
Avşar ve kızının donlarını kimin yıkadığı kimin umuru ama bunun üzerinden verdiği ders önemli esasen Avşar’ın zekası, büyüklüğü burada devreye giriyor.
Hülya Avşar ‘ın kendisi ve kızı örneğinden yönettiği , yönlendirdiği muhafazakarlığın don üzerinden olması ülkenin muhafazakar doktrinel değişiminin en çarpıcı örneği.
Açıkçası muhafazakarlaşan bir konjonktürde, don üzerinden bir muhafazakarlık örneğini ancak Hülya Hanım verebilirdi.
Karşısında dilimiz tutuluyor ne diyeceğimizi şaşırıyoruz utanmasak donumuzu kafamıza geçirip dolaşacağız kendimizi tutuyoruz.
Yassıada ‘don davası’ nı hatırlıyoruz, biz bu ‘don’ işini aşamıyoruz. Aşıp donsuz gezmeyi göze alsak mı acaba , o da uygun olmaz Hande Ataizi’ni hatırlıyoruz Türk Kadının önünün açıldığı Çiller’li yılları neye el atsam içinde ‘Don’ var ….
Bu tespiti kayda geçiriyoruz. Devrim bir akşam yemeği daveti değildir, bir makale, bir resim, bir dantel örgü hiç değildir. Gelişimi yavaş, dikkatlice , kibarca, gösterişsiz bir şekilde olmaz.
Devrim, sertlik, şiddet içeren bir sınıfın hükmeden diğer sınıfı devirdiği bir baş kaldırıdır ‘ mealindeki sözler Mao’ya ait.
Mao’cu değilim ama bir zamanlar Mao’cu olup şimdilerde medyada ciddi güç odakları olanların içler acısı halini gördükçe bu sözleri hiç duymamış olduklarını varsayıyorum.
Devrimle kastım değişimdir.
Kim hangi kanalı, gazeteyi alırsa alsın Türkiye’de medya devrimi , değişimi olamıyor.
Kız giren dul çıkar hesabı Mao’cu bile giren statükocu çıkıyor.
Medya, hükmeden değerleri değiştirme vaadiyle gelenleri kendine benzetiyor , kurtulmak istediğimiz ne varsa yerli yerinde duruyor Ayşe gidiyor yerine Fatma geliyor, Aydın gidiyor, Maydın geliyor en fazladan Sırrı meclise gidiyor milletvekillerini gülmekten kırıp geçiriyor.
Ama Hülya, Tatlıtuğ yerli yerinde duruyor, elbette bu feylesof ikiliyle sınırlı değil Meydanın VİP listesi.
Sonra mevcut düzen içinde kim birinci diye el kadar çocuklara anket yaptırıp ödül dağıtıyor okullar, Akademia’ nın haline bakın, medyadan beter durumdalar. Farkındayız Gülhane parkında milyonlarca ceviz ağacıyız.
Ceviz ağaçları konuşacak biz susuyoruz.
Ama gene de bu uyanışı, farkındalığı kayda geçiriyoruz.
Sevgiyle...
Haber Kaynağım :
Bu makale Necef Uğurlu tarafından kaleme alınmıştır.
http://www.sacitaslan.com/