Burası sevdikleri mezarsız kadınlar ülkesi...


''Ölü mü denir şimdi onlara' adlı kitabı iki gündür elimden bırakamıyorum. Yüreğimi acılar sarıyor. Kadınların öyküleri bunlar.'

Ölüm yok olmak demek. Ölen artık yoktur. Bu gerçeğin ayırdına vardığım anlarda yaşadıklarım aslında birer rüya, çocuklarım da evlatlıkmış gibi geliyor.” (Adalet Ekinci). “Namık hem eşim hem yoldaşımdı.

Adım adım ölüme giderken, kendisini engellemeye çalışmadım. O öldükten sonra hayata öylesine yabancılaştım ki, adeta kaybolmak istedim.”

(Derman Tarancı). “Bahri’ye beyaz bir kazak hediye etmiştim. Onu son kez o kazakla gördüm. On bir yıl sonra kemiklerini bulduğumda kazak sararmıştı.” (Dilber Şimşek).
Avukat Reyhan Yalçındağ, eşleri ve oğulları kaybedilen kadınların öykülerini anlatan kitaba yazdığı önsöze ‘Sevdikleri mezarsız kadınlar ülkesi’ başlığını atmış.

“Ölü mü denir şimdi onlara” (Aram Yayınları, hazırlayan Saadet Yıldız) adlı kitabı iki gündür elimden bırakamıyorum. Yüreğimi acılar sarıyor. Kadınların öyküleri bunlar.

Eşlerini, oğullarını kaybeden kadınların çektikleri acılar ile o bölgede ‘devlet’ adına hareket edenlerin acımasızlıkları yansıyor bu öykülere.

Kızaklı helikopter götürürse
“13 Ağustos (1993) günü de eşimle birlikte köylülerimiz Ahmet Özdemir, Ahmet Özer ve Beri Esebağcı’yı gözaltına aldılar. Onları da İlhan Ağabeyi tuttukları tabura götürdüler. Beşinin de askeri helkopterle Bulmuşlar Köyü’ne nakledileceklerini duymuştuk.

O akşam kaynanam yardım istemek için Güçlükonak Belediye Başkanı Bahattin Aktuğ’un evine gitti. Aktuğ, kaynanama ‘Eğer oğullarınızı tekerlekli helikopterle alırlarsa merak etmeyin geri gelirler. Ama kızaklı helikopterle götürürlerse kendinizi her şeye hazırlayın’ demiş.

Kaynanam bunu duyar duymaz Fındık Taburu’na koşuyor. Tam o sırada eşimle köylülerimizi helikoptere bindiriyorlarmış. Kaynanam pürdikkat helikopteri inceliyor.

Bir de bakıyor helikopterin ayakları kızaklı. Helikopter tozu dumana katarak havalanıyor, kaynanam çaresiz peşinden koşmaya başlıyor.

Gücü tükeninceye kadar koşuyor peşinden. Hatta operasyon bölgesine giriyor. Gece çökünce askerler geri dönmesi için uyarıyor... Çocuk yaşımda dul kaldım ve çocuğumu tek başıma büyüttüm. Şimdi hiç olmazsa çocuğumla bilirlikte gidebileceğimiz bir mezarımız olsun istiyorum.” (Bedriye Şen).

Bunlar ülkemizde yaşandı…
O kadınlar, 300 haftadan uzun bir süredir, cumartesi günleri kayıplarının bulunması, yakınlarının kemiklerine ulaşabilmek yönünde umutlarla, Galatasaray’da, Diyarbakır’da ellerinde resimlerle adalet arıyorlar. Saliha Aktar, elinde eşinin fotoğrafı, şunları söylüyor:

“Eşimin yaşadığına inanmıyorum. Tek isteğim cenazesini bulabilmek. Bana eşimin cenazesini verin! O cenaze beni mutlu edecek. Hiç yoktan gidip başında ağlayabileceğim bir mezar taşım olacak.”

Kemik fışkıran toprak
Çaresiz aileler harekete geçtiler, dilekçeler verdiler. Güneydoğu’nun toprakları kazılıyor. Kazının amacı, kaybedilenlerin kemiklerinin bulunması. Bulunuyorlar da. Taraf, geçenlerde Türkiye’nin toplu mezar haritasını yayımladı.

Haber şöyleydi: “İlk kez 2003’te Diyarbakır’da yapılan kazıdan sonra onlarca toplu mezarda 80’in üzerinde ceset bulundu. Toplu mezar ihbar edilen ancak kazılamayan bölgelerde ise 494 kişinin gömüldüğü iddia ediliyor.”

Topraklarından, kendi yurttaşlarının kemikleri fışkıran bir ülkeden söz ediyoruz. Bu, bir yönetmenin festivallerde ödül almak için çektiği bir sanat filminin konusu değil, bu ülkenin somut gerçekliği…

Bu kadar kirlenmiş, suça batmış bir devletin demokratikleşmesinin ‘sıradan’ ve ‘basit’ bir yolculuk olamayacağı açık. Urfa Siverekli Vetha Anyıg da eşini kaybedenlerden: “Kayıp ne ölü ne sağ demek. Hayatta bana en acı veren kelime bu.

Acıyı tarif edemiyorum bile. İnsanın içi eziliyor. O acıyı elini içine sokup çekiyorsun. Sanki tüm damarlarını birden çekiyorsun gibi oluyor.” Bu acı hepimizin acısı...

7 Ocak Pazartesi sabahı saat 10.00’da Hrant Dink davası için Beşiktaş İskele Meydanı’ndayız...

Haber Kaynağım :
Gazeteci ve yazar ORAL ÇALIŞLAR makalesidir.
http://www.radikal.com.tr/