Her dizide «tahammülfersâ» ya bir kadın var, ya da bir erkek. Nedendir dersiniz?
Kadınlardan yana kaderine şükreden, iyi talihinin kıymetini bilen biriyim ben. Bir genellemeye benzese de, aslında ailemdeki kadınlardan söz ediyorum. Babaannemden, anneannemden...
Çocukluğumun koruyucu meleği olan dul Üftade halamdan. Anacığımdan. Tadına doyulmaz Kadriye teyzemden. «Südanam» Mürüvvet yengemden. Halakızı Semiha ablamdan. Amcakızı âbide insan Gülçin bacımdan. Işıl kardeşimden. Zeynep kızımdan, gelinim Brigitte’den. Elif torunumdan. (Giderek son dördü kaldı bana). Arkadaşlarımın eşlerinden, kızlarından söz etmiyorum daha...
Gülseren Hanım kadınım rahmetliden de. Hoşnut ve hayran olmadığım tek kadın yok aralarında. Aileden olmasa da kadın arkadaşlarımı, sevgili kızlarımı sayamıyorum burada. Aralarında «Şu Allahın belâsı neden karıştı aralarına?» diyeceğim tek kadın yok benim listemde.
Talihime şükretmekte, halimden mutlu olmakta haklı değil miyim? Az bile söylüyorum; sevgimi, sevincimi ifade edecek kelime bulmakta zorlanıyorum.
*
Bu girişin sebebi televizyon dizilerinde rastlamayı bile talihsizlik saydığım bazı kadınlar. Son günlerde seyrettiğimiz dizilerden örnekler seçeyim ki, hafızalarımızı zorlamadan anlaşalım.
Ya Leyla Hanım gibi bir kayın vâlideniz olsaydı? Hal ve tavırlarını, davranışlarını seyrederken, konuşmalarını dinlerken, «Beni benzerlerinden sakındın Yâ Rabbi!» diye Allaha şükrettiğim kadınlar bunlar.
Aşk ve Ceza’dan başlayalım. Nurgül Yeşilçay’ın (dizideki Yasemin’in) annesi var. Mübarek kadının, anlıyorum varı yoğu bir tanecik güzel kızı. Evde erkek görünmediğine göre, üstelik dul bir kadın. Kızına mübalağa üzre düşkün.
Ama bu kadar olmaz ki!
Yasemin’in bir oğlu var, ki babası Savaş’ın (Murat Yıldırım) bu çocuktan haberi yok. Acayip bir durum. Ayrıntısına girecek değiliz. Savaş’ın parası ve ziyade hareketli, tehlikeli bir hayatı var.
Görüp alelâcele seviştiği, arayıp sonunda bulduğu kadının, oğlunun anası olduğunu da zar zor öğrenmiştir. Bir cinayete kurban giden ağabeyinin eşiyle, gelenek icabı güya evlidir. Asıl sevdiğiyle hemen evlenmesine engel bir hal.
(Aman Yâ Rabbi, ne karışık işler değil mi? Dizi yazarlarının hayal gücüne kuvvet deyip, benim asıl meseleme gelelim.)
Yasemin’in annesi Leyla Hanım (Sennur Nogaylar) ağlamaklı bir dul, bir anne ve bir anneanne ki, olsa olsa «evlerden ırak» bir kayın vâlide diye tarif edilebilir. Kelimenin tam anlamıyla kızın başının etini yemeye şartlanmış bir kadın.
-Bu adamdan sana hayır gelmez, demedim mi ben sana!
-Kızım unut artık o adamı.
-Evlerine gittik, nasıl bir ailesi olduğunu görmedin mi?
-Bak, o adamla bir daha görüşürsen sana analık hakkımı helal etmem.
-Telefon! Gene seni arıyor. Hani ilişkiniz sona ermişti?
Bir hal ki Yasemin’i doğduğuna doğacağına pişman ediyor. Kendi kayın vâlidemi hatırlıyorum. Kimseye duyurmadan kulağıma «Oğlum, benim üç kuruşum var, biliyorsun. Sakın paraya sıkışıp canını sıkma, aramızda hallederiz» diye, kızına da duyurmadan bana destek olmaya çalışan Kadriş anamızı.
Ben hikâyenin kahramanı Savaş adına endişeliyim doğrusu. Ya o geçersiz evlilikten kurtulup Yasemin’le evlenirse, diye... Bu Leyla kadın onları dünyada baş başa bırakmaz. Ve Yasemin’e hayatı gene cehennem eder, diye.
Çocuklar için dediğimi, Aşk ve Ceza’nın (ki pekâlâ bir dizidir aslında, hakkını yemeyelim!) bütün seyircileri huzurunda da tekrar ediyorum:
-Tanrı evlatlarımızı benzer bir kayın vâlide tehlikesinden korusun!
«Sevgüsüz»’ün dik âlâsı Öyle Bir Geçer Zaman ki dizisinden ve Hanımın Çiftliği’nden bir başka gün, o hikâyelerdeki Allahın belası kocalar –hoyrat ve insafsız hikâye kahramanı sözüm ona erkekler- vesilesiyle söz ederiz. Hele onlara duyduğum öfkenin haddi hududu yoktur. Konuşuruz.
Bugün bir başka dizinin, gene çekilmez kadın kahramanından söz etmek istiyorum:
Fatmagül’ün Suçu Ne?
Orada da bir yenge var. Tâbiri hoş görün bir Allahın belası. Yâ Rabbi, diyorum; bir insan, hele hele bir kadın, hiç ara vermeden, hiç boşluk bırakmadan, varlığının bütün zerreleriyle böylesine duygusuz, olumsuz, sevgiden, iyilikten yoksun nasıl olabilir?
Böylesine sevgüsüz derler Anadolu’da. Bu, kendi en ufak çıkarı dışında bir şey düşünemeyen bencilleri kısadan tarif eden bir sıfattır. Dizideki adıyla Mukaddes sevgüsüzün dik âlâsı bir kadın. (Esra Dermancıoğlu’nun başarılı oyunu ayrı konu. Ben senaryonun çizdiği portreden bahsediyorum.)
Fatmagül’ü Beren Saat oynuyor. Üç hergelenin tecavüzü sonucu hissedilen bir acı, bir elem, bir boşluk ve anlamsızlık duygusu bu kadar iyi ifade edilebilir. Bülent Seyran (Rahmi), Engin Akyürek (Kerim) de çok iyiler. Ama ille de Mukaddes Yenge.
Bencillik dışı, bir kötü huyu da yok aslında. Ama öylesine çıkarcı ve «sevgüsüz» ki, geriye insan –hele kadın- diye de bir şey kalmıyor.
*
Bu sualim okurlarımdan çok Orhan Tekelioğlu’na.
-Kahramanları arasında dayanılmaz (deyin siz, ben müsaadenizle tahammülfersâ diyeceğim) en az bir kadın veya bir erkek bulunan diziler, seyirciler açısından daha çekici mi oluyor?
O kadar! İşi bu insan olarak yazarın kusuru mudur, yoksa benzer dizilerin müdavimi seyircilerin mi?’ye kadar götürmüyorum artık.
Haber Kaynağım :
Radikal Gazetesinde yayınlanan bir HAKKI DEVRİM Makalesidir.