Bir zamanlar Osmanlı’nın yardım eli her yere yetişirdi.


FÂTİH VAKFİYESİ 209. SAYFA’DAN...
“Yoksul ve dul kadınların yemek almak için imaretlere gelmeleri şart değildir, kimi isterlerse gönderip aldırtabilir; zira bu kadınlar gelip bizzat yemek almaya utanabilirler!”

Osmanlı Türkiyesi’nde çok büyük bir sosyal yardım kuruluşu imâret idi. İçlerinde hayret uyandıracak derecede büyük olanları vardır. İmaretlerde yoksullar ve yolcular bedava yemek yerlerdi. Muhtaç olmayanların da gelip yedikleri veya yemek aldıkları görülüyordu. Sakıncalı sayılmıyor, sevap sayılıyordu.

İmaret giderleri, vakıflarından karşılanıyordu. İmaret yaptırmak bir hayır sahibi için yeterli değildi. Giderlerini karşılayacak derecede vakıflarının da vakıf-nâme denen önemli hukuk belgeleriyle tescil edilerek bağınlanması gerekiyordu. Vakıf sahipleri, başta padişahlar, devrin zenginleri idi.

İstanbul, üç asır kadar bir müddet dünyanın en kalabalık bir kaç şehrinden biriydi. Dünyanın en zengin beldelerinden biri olmasına rağmen yoksulları ve muhtaçları vardı. Sayıları 30.000 civarında idi, hepsinin imaretlerde yemesi sağlanmıştı.

Diğer bütün şehirlerimiz bu hususta İstanbul örneğini izliyorlardı. Ayrıca sakat, dul, kimsesiz, yetim, yoksullar, hattâ çok çocuklu aileler için aylık para veren vakıflar veya Hazine fonları bulunuyordu. İşsizlik sigortasının çekirdeğidir.

18. asır sonları gibi gerileme dönemimizde İsveç’in İstanbul maslahatgüzârı olan büyük tarihçi d’Oshsson şunları yazar (II, 460-1): “İmaretler, doğrusu büyük insanlık ve hayır kuruluşlarıdır. Yalnız İstanbul’da 30.000’den fazla insan buralarda yemek yer.

Her öğünde bir kişiye bir ekmek, bir tabak dolusu koyun eti, bir tabak dolusu sebze, bazı günler tatlı verilir. Ayrıca yoksul ailelere günde 3 ilâ 6 akça nakden yardım fonu olan imaretler vardır.”

Kaanûnî Sultan Süleymân’ın (1520-1566) vakfı Süleymâniye İmâreti’nin 1586 yılı bütçesi 5.277.759 akça gibi muazzam bir meblağ tutuyordu. Bu yılın bütçesinde bu imarette harcanan yiyecek maddelerinin bazıları şöyledir:

“77.615 okka koyun eti (1 okka=1.283 gram), 1.440 okka yoğurt, 25.5 okka kara biber, 7 okka sakız, 5.277 okka soğan, 20 okka kuru nane, 1.120 okka koruk, 1.344 okka kabak, 1.195 okka Mısır pirinci, 400 kile nohut, 212 kantar tereyağı, 245 kantar bal, 28 kantar badem, 20 kantar kayısı, 13 kantar siyah erik, 63 kantar nişasta, 42 kantar kırmızı üzüm, 240 testi üzüm turşusu, 3.899 çeki odun, 3.080 yufka, 15 dirhem safran vs. vs. vs...”

Fâtih İmâreti, Fâtih Sultan Mehmed (1451-1481) vakfı idi. Üniversite derecesindeki Fâtih Medresesi’nin “softa” denen 720 öğrencisi dışında, binlerce yoksula yemek çıkartacak kapasitede idi. İstanbul’dan geçen her yolcu, bedava yemek yiyebilir, zengin yolcular, vakfa para yardımında bulunabilirlerdi.

Fâtih Vakfiyesi’nin 209. sayfasında şunlar yazılıdır: “Yoksul ve dul kadınların yemek için kendileri gelmek şart değildir; kimi isterlerse gönderip yemek aldırtabilirler. Zira bu kadınlar vaktiyle vekar sahibesi bulunup sonradan yoksul düşmüş olabilir, gelip bizzat yemek almaya utanabilirler!”

Fâtih İmâreti, Süleymaniye’den küçüktü. Günde 1.650 kişi iki öğün yiyebiliyordu. Yolcu hangi saatte gelirse gelsin derhal yemek çıkarılması, zengin yoksul her gelene güler yüzle hizmet edilmesi, vakıf sahibi Fâtih Sultan Mehmed’in şartları arasında idi. Asla din ve mezhep ayrımı yapılmayacaktı.

Gelen yolcu zenginse, ayrı hücreye alınıp lüks yemekler çıkartılacak, ancak ima yolu ile olsun bağış istenmeyecek, kendiliğinden verirse kabûl edilecekti. Bu kadar ince şartlar düşünebilmek bizim harcımız değildir, Fâtih Sultan Mehmed olmak gerekir.

Edirne, Bursa, Kahire, Şam, Haleb, Bağdad gibi en büyük ve işlek Osmanlı şehirlerinde çok imaret vardı. Kasabalarda ise imaret kurulmamış, lüzum görülmemiştir. Her yolcu ve yoksul, kasaba eşrâfı ağanın konağında yiyor, barınabiliyordu. Konağında yolcu ve yoksul ağırlamayan ağa, şerefsiz bir adam olarak damgalanırdı.

15. asrın ilk yıllarında Bursa’nın nüfusu 200.000 idi. 7 imâretinde “Hıristiyan, Mûsevî veya Putperest olduğuna bakılmaksızın her yoksul yiyip içebiliyordu” (Bursa’yı ziyaret eden Alman gezgini Schiltberger böyle yazıyor, Telfer neşri, s. 404).

Edirne imâretlerinin büyüğü, İkinci Bâyezîd’in (1481-1512) yaptırdığı muazzam külliyeye bağlı idi ki Fâtih’in oğlu ve halefi, Yavuz’un babası ve selefidir. Bâyezîd imaretinde günde 1.000 kişi yiyordu. 1616 bütçesi 1.105.552 akça idi. Yılda 7.225 kile un, 841 kile buğday, 3.161 kile pirinç, 35.950 okka et, 7.809 okka tereyağı, 3.433 okka bal, 551 kile tuz, 9.5 okka karabiber, 2 okkaya yakın safran, 1.236 araba odun ve bu nisbette diğer malzeme harcanıyordu. (1 kile=25 kg)
.
Edirne’deki Süleymâniye İmâreti günde 600 softa (yüksek medrese öğrencisi) ve 400 yolcu ve yoksula yemek çıkartıyordu. İmârete günde yaklaşık 200 yolcu iniyor, her 5 kişiye bir sofra kuruluyordu. 6 aşçı, 4 sofracı ve pek çok hizmetkâr hizmet veriyordu. İmâret, büyük bir mutfak, üç yemek salonu, yolcuların hayvanlarının bedava tımar edip beslendiği büyük bir ahır içeriyordu.

Kaynak Kitaplar arasında : AYDİL EROL, Adlarımız, 4. baskı, İst. 2010, Çağrı Yayınları, 702 s. çift sütun, ciltli. Aydil Erol’un bu eseri âdeta klasikleşti. İlk baskısını 1989’da Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü (TKAE) yapmıştı. Son baskı bir ansiklopedik sözlüğe dönüşmüş. Türkiye, hattâ Türk dünyasında kullanılan insan adlarından başka, soyadlarının bile alındığını görüyoruz. Yazar, aynı zamanda şair olduğu için ilgili manzum parçalarla da süslenmiş bir baş ucu kitabı.

Haber Kaynağım :
Türkiye Gazetesi yazarı Yılmaz Öztuna makalesidir.
http://www.turkiyegazetesi.com.tr/