İYİLİK TOHUMU


Hayat bir hikâyemidir? Yaşanmış hayattan alacağımız o kadar dersler var ki?

Şairin dediği gibi, “Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar/ Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi!”

Hikâyemize konu, ‘Bir çift kundura’ Elektronik Posta Adresimize gönderilen bu güzel ibretlik hikâyeyi sizlerle paylaşmak istedim!

Ki, hayatta yapacağınız, ‘hardal tanesi’ büyüklüğünde bile olsa hiçbir iyiliğin boşa gitmediğidir!

Ne demişler, “Sen iyiliği yap, denize at. Kul bilmezse bile Halik bilir”
Gelelim hikâyemize,

“Onyedinci asır başlarında Dalmaçya da Nadin Kasabasında Sancak Beyinin ahırında uşak olarak çalışan on üç yaşlarında bir çocuk vardı.

Herkes tarafından horlanan bu kimsesiz çocuğa bir gün bir dul kadın acımış ve çıplak ayaklarına, kocasından kalmış kocaman bir çift partal kundura giydirmişti.

Nadin'den bir vazife ile bir Kapıcı başı geçti. Sancak Beyinin konağında misafir oldu ve küçük ahır uşağının zekâ ile parlayan gözleri ve kir tabakaları altında kaybolmuş güzelliği nazarı dikkatini çekti, çocuğu yıkatıp temizlettikten sonra alıp İstanbul’a getirtti.

Saraya verdi. Enderun Hümayun çocukları arasına katılan çocuğa, güzelliğinden ötürü Yusuf adı konuldu. Nadimli Yusuf kısa bir zamanda yükseldi.

Kaptan Paşa oldu. Bir gün Nadide kaptan Paşa'nın bir adamı geldi ve Sancak Beyine mühürlü bir meşin torba verdi, bir mektup ta da şunlar yazılıydı:

"Falan yerde oturan Marya isminde bir dul kadın vardır; bu torba eğer sağ ise, Sancak Beyinin ve Nadin kadısının huzurunda o dul kadına verilecektir ve bir senet tanzim edilip bana gönderilecektir."

Kadın sağ idi, çok fakir düşmüş bulunuyordu. Kadının ve sancak beyinin huzurunda Kaptan Paşanın torbası kendisine teslim edildi. Torbanın içinde bir çift kocaman partal kundura vardı ve içleri altın ile doldurulmuştu.

Yusuf Paşa kısa bir de mektup yazmıştı "Anacığım, diyordu, bir kış günü donmuş çıplak ayaklarına bu kunduraları giydirdiğin kimsesiz çocuk ölünceye kadar seni unutmayacaktır."

İyilik bitmez tükenmez bir hazinedir.
Ayet; Femen yağmel miskale zerretin hayren yerehu men yamel miskale zerretin”
Kim bir kimseye zerre miktar hayır işlemişse onun mükafatını görür ve kim de zerre miktar şer işlemiş ise onun cezasını görür…

İbreti âlem için terazi!

*** ***
EN İYİ YAŞAYAN BİLİR!
Bu bir kaidedir, acıyı da, korkuyu da, sevinci ve elemi de, ‘en iyi yaşayan bilir’
Hayat, bütün bu yaşananların bir bakıma, bileşkesidir.

Ne demişler, “Ateş düştüğü yeri yakar”

O sebepledir ki, “Acılar paylaşıldıkça azalır, sevinçler paylaşıldıkça çoğalır”
Bu bir, ‘paylaşma’ kültürüdür!

Bu kültürde; edep vardır, dayanışma vardır, ortak bir davranış biçimi oluşturma vardır!

Biz gelelim tarihi hikâyemize;
Napolyon, inişli çıkışlı hayatı ile bilinen ünlü devlet adamı, komutanı…
Bir gün Napolyon muhalifi bulunan düşman askerlerinden kaçarken, bir bakkal dükkânına sığınma durumunda kalıyor.

Bakkala, derhal kendisini saklamasını emrediyor. Bakkal da, Napolyon’u dükkânda uygun bir yere saklıyor. Az sonra gelen Napolyon’un düşmanlarına, “Az evvel biri koşarak şu taraflara doğru kaçtı” şeklindeki savuşturuyor.

Biraz sonra Napolyon’un muhafızları yetişiyorlar. Bakkal ömründe görmediği ve belki de karşılaşamayacağı Napolyon’a sorar; “Efendim merak ettim, bağışlayınız; ölümle bu denli burun buruna gelmek nasıl bir duygu!”

Napolyon biraz önce kendisine büyük bir iyilikte bulunan Bakkala pür hiddet haykırır, “Sen kim oluyorsun da benimle böyle dalga geçer gibi konuşuyorsun!” Hemen orada bulunan askerlerine, bu adamı kurşuna dizmelerini emreder.

Askerler, adamcağızın gözünü bağlayıp, karşısına dizilirler. Mermiler namlulara sürülür. Tek bir şey vardır, ‘ateş emri’ verilecek!

Adamcağız içinden “Ah, ne yaptın sen? Şimdi ölüp gideceksin’ şeklinde iç geçirirken, arkadan bir çift el uzanır, adamın omzuna… Gözündeki bağ açılır. Karşısında, Napolyon, biraz önceli bütün öfkesi gitmiş yüzünde tebessüm belirmiştir.

Adamcağızın biraz önce sorduğu soruya daha net cevap verir; “İşte böyle bir duygu!”

*** ****
“BİR ÖLÇÜ İLE İNDİRDİK!
Ölü beldeleri canlandıran, beşerin yüzünü güldüren yağmur tanelerinin, ‘birbirine değmeden’ gök semasından, yeryüzüne inmesi…

Ve bütün fizik kanunlarının ötesinde ki, o damlalar yeryüzüne ‘birer kurşun gibi’ inmesi gerekirken, insanı okşayıcı, ona metanet aşılayarak inmesi kadar bir mucizevî güzellik düşünebilir misiniz?

Ayet, “Suyu semadan bir kader ile (takdir edilmiş bir ölçü ile) indiren O’dur.” (Zuhruf, 11)

Değişmez bir kaidedir. Her yıl gökyüzüne buharlaşan ve tekrar yeryüzüne yağmur olarak düşen su miktarı, tıpkı matematikte ki, ‘Pi Sayısı’ gibi ‘Sabit’tir; Her saniyede 16 milyon ton…

Yağmurun yeryüzüne dağılımı her yıl değişir…
Bazen bir bölge kurak geçtiği gibi, bazen de o bölgenin yağmura doyması gibi…

YER KÜRESİNDE EZAN SESİ HİÇ SUSMAZ!
Bir yerde başlayan ezan sesini, bir diğeri takip eder!
Başlangıç Meridyeni İngiltere’nin Greenwich gözlemevinden geçen; dünya üzerinde belirlenmiş 360 meridyen yayı vardır…

Her Meridyen arası, 111 km…
Her 111 km’de, sadece 4 dakika saat farkı vardır!
Saniye Saniye,
Dakika Dakika,
Tekbir Sesi, Semayı doldurur!

Evet, Yerküresinde; “EZAN’I MUHAMMEDİ” birbirini bütünleyen dalgalar halindedir!

Bu nedir?
Bütün insanlığa,
Aleni bir beyandır,
Tevhide Çağrıdır!

UTANSIN

“Tohum saç, bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylân, koşmana bak sen!
Çatlarsan, doğuran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi Noel ağacı;
Dallarda iğreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dediğin,
Geride ne varsa, bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk,
Bayraklaşmıyorsan bayrak utansın”

(NFK)

Haber Kaynağım :
Gün Işığı Gazetesi Köşe Yazarı Bedrettin Keleştimur Makalesidir.
http://www.gunisigigazetesi.net/