Yukarıdaki sözler yeniden ekrana dönmeye hazırlanan Dallas dizisinin Türkiye’de yayınlanması halinde, tanıtım reklamlarında kullanılacak cıngıla uyar..
Ne var ki Türkiye 1970’lerin Türkiye’si değil.. Dallas’ın en kötü karakteri Jeyar da artık bizi bir gıdım bile şaşırtmaz..
Analarımızı ağlatan Dallas dizisinin yapımcıları, ekranlara yeniden dönüş için kolları sıvamış.. Harıl harıl çalışıyorlar.. Ama what fayda?
Dünya bıraktıkları dünya değil.. Bizim seyirci bile o eski seyirci değil..
Türkiye, Dallas’ı çok aştı..
Televizyonla tanıştığımız yıllar masumiyet kozamızın çatlamaya yakın olduğu zamanlardı..
Mehmet Ali’nin nenesi Hacı Anne televizyonun içinde adam var sanır, alet çalışırken başını sıkı sıkıya kapardı..
Zor ikna edip ekranın başına oturttuk.. “Nene onlar resim, canlı değil..” diye diller dökerek..
Bir eyyam inanır gibi oldu..
Ta ki o reklam filmindeki adam işaret parmağını “hedef kitleye” uzatıp “Siz!” diye bağırana kadar..
Hacı Anne’nin makarayı başa sardığı an burasıdır..
***
Hacı Anne , reklam filminde parmağını gözüne sokacakmış gibi uzatıp dik dik bakan adama “Ben mi?” diye ürkekçe sordu..
Adam parmağını indirmeden sıradaki repliğini patlattı..
“Evet! Evet! Siz!”
Hacı Anne’nin “Vııışşş!” deyip yemenisine sarılması, odayı koşarak terk etmesi ondan sonranın işidir.. Kolaysa gel de oturt bir daha ekran karşısına..
Çağıl’ın babaannesi de folklor ekiplerine takıktı.. Hani kol kola girip rap rap ayak vuruyorlar ya! Özellikle böyle sert oyunlardan hazzetmezdi..
.
Yerinden kalkıp televizyonun başına gider “Yaveş oyneyin.. Döşemeyi deliceniz..” diye azarlardı milli folklorcuları..
Bu akılların üzerine geldi Dallas..
O gözü kör olmayasıca Jeyar da hayatımıza o masumiyet zamanlarında girip, feleğimizi şaşırttı..

Jeyar’ın babası Jack Amca iyi bir adamdı ama yediği domuz pastırmaları kalbe giden damarları tıkayınca vakitsiz göçtü dünyadan..
Bizim mahallenin karıları toplanıp dul kalan Bayan Eli’ye baş sağlığına gidemediler.. Onun yerine Jack Amca için mevlit okuttular..
Tiryakioğulları’nın aile büyüğü Ayşe Teyze ise her ne kadar televizyona meraklı değilse de Ay yolculuğunu çok merak ediyor lakin astronotların Ay’a nereden girdiğini bir türlü anlayamıyordu..
Bütün bilimsel açıklamaları dikkatle dinledikten sonra hep aynı soruyu soruyordu..
“Peki bunun kapısı nerde?”
Bir gün masadan elime bir portakal aldım..
“Ayşe Teyze bak..” deyip burnuna tuttum..
“Ay dediğin aha bunun gibi..”
Sonra parmağımı portakalın arkasında bir yere bastım..
“İşte kapısı da burada.. Arkada kaldığından sen görmüyon.. Adamlar buradan girdi içeri..”
İlk kez bir bilimsel açıklamadan tatmin olmuştu.. Tatmin olduğunu da “Zere..” diyerek, yani “demek ki” mealinde kullandığı sözcükle belli etti..
O yıllarda herkesin aklı çocukça işlerdi..
Erbakan Hoca’ın halkı tarif ederken “Pazar yerinde toplanan insan sürüsü..” diye konuştuğu, kimsenin alınmadığı yıllardı..
Hâlâ “Sürüden ayrılanı kurt kapar..” demesinden anlıyoruz ki Hoca’nın kafasındaki orijinal halk tarifinde bir değişme yok..
Şimdi “Görme özürlü..” demeyip “Kör” dersen, ne kadar gözü kör olmayasıca varsa hepsi birden ayaklanıyor.. Bir alınganlık.. Bir hassasiyet..
Jeyar dizide öz kardeşlerine, yengelerine, kuzenlerine hatta anasına bile kazık attıkça hop oturup hop kalkmamız bundandı..

Dallas’ı seyrederken Jeyar’a, Zengin ile Yoksul’u seyrederken de tek gözü kör Falkonetti’ye kızardık..
Ecevit’in takır tukur şiirinden yapılma “Takalar” şarkısını dinleyip, hislenirdik..
Süleyman Bey ile Ecevit’i “Hangisi daha iyi İngilizce biliyor..” diye ev sohbetlerinde yarıştırırdık.. Jürimiz ise tek kelime İngilizce bilmeyen ahalimizin kendisiydi..
Hem sünnet olmuş hem askerlik yapmış birini henüz “Yılın Kadın Sanatçısı” seçmemiştik..
Sonra sonra sapıtmaya başladık.. Her aile içinde bir değil iki Jeyar çıktı.. Her aile şirketi kendi bünyesinde Dallas dizisine döndü..
Devleti soymanın bin türlü tekniğini ürettik.. Belediyelerin birinci sınıf yolsuzluk alanı olabileceklerini keşfettik.. Saadet zincirleri kurup birbirimizi soyduk..
Neyimiz varsa donumuza kadar satıp bankerlere kaptırdık.. Bu arada servetler el değiştirdi..
Aileden zenginleri süründürürken, sokakta para karşılığı araba yıkayan adamı üç beş ayda dolar milyoneri yapıp sosyeteye soktuk..
Kredi kartı sahtekârlıkları, hayali ihracatı icat etmemizden sonrasının işidir.. Geldiğimiz son nokta ise bankaları hack’lemektir..
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri..
STAJYER JR..
Ahalinin icat etmediği yolsuzluk türü kalmadı..
Devletin resmi kayıtlarına göre kaçak elektrik kullanma oranı yüzde yirmi beşti.. Yani içimizdeki her dört kişiden biri elektrik hırsızıydı..
Diğer kalemleri sayıp, kafanızı şişirmeyeyim..
Tamamen kirlenmiş bir toplumun bir numaralı talebi ise “siyasette ve ekonomide” temizlikti.. Bu da sosyologların kafasını şallak mallak etti..
Uluslar arası markaları saldırmamız ise Jeyar ’in ömrü billah akıl etmeyeceği iştir..
Doksanlı yılların sonuna doğru Lacoste’un sahibi gelmişti
İstanbul’a..
Tahtakale’den Sirkeci’ye kadar gittiği her yerde yaratmaktan gurur duyduğu markasını yer tezgâhlarında gördü..
“Lacoste tişörtün üçü yirmi liraaa! Sen de geeel..”
Adamın cinnet geçirmiş gibi saldırıp, yere serili muşambaların üzerinde müşteri bekleyen çakma Lacoste’ları toplamaya çalışmasını gazetelerin birinci sayfalarından sergileyip, dalgamızı geçtik..
Jeyar’ın aklına hiç, on beş bin Euroluk Hermes çantanın taklidini beş yüz liradan kakalamak gelmiş midir? Ne verecek yeni Dallas bize?
Şeytanın stajyer olduğu bu toplumda Jeyar bize ne öğretecek?
Yürü babam yürü!
“Dallas’ta beş minare.. Beri gel Jeyar beri geeel..”
Ne var ki Türkiye 1970’lerin Türkiye’si değil.. Dallas’ın en kötü karakteri Jeyar da artık bizi bir gıdım bile şaşırtmaz..

Dünya bıraktıkları dünya değil.. Bizim seyirci bile o eski seyirci değil..
Türkiye, Dallas’ı çok aştı..
Televizyonla tanıştığımız yıllar masumiyet kozamızın çatlamaya yakın olduğu zamanlardı..
Mehmet Ali’nin nenesi Hacı Anne televizyonun içinde adam var sanır, alet çalışırken başını sıkı sıkıya kapardı..
Zor ikna edip ekranın başına oturttuk.. “Nene onlar resim, canlı değil..” diye diller dökerek..
Bir eyyam inanır gibi oldu..

Hacı Anne’nin makarayı başa sardığı an burasıdır..
***
Hacı Anne , reklam filminde parmağını gözüne sokacakmış gibi uzatıp dik dik bakan adama “Ben mi?” diye ürkekçe sordu..
Adam parmağını indirmeden sıradaki repliğini patlattı..
“Evet! Evet! Siz!”
Hacı Anne’nin “Vııışşş!” deyip yemenisine sarılması, odayı koşarak terk etmesi ondan sonranın işidir.. Kolaysa gel de oturt bir daha ekran karşısına..

.
Yerinden kalkıp televizyonun başına gider “Yaveş oyneyin.. Döşemeyi deliceniz..” diye azarlardı milli folklorcuları..
Bu akılların üzerine geldi Dallas..
O gözü kör olmayasıca Jeyar da hayatımıza o masumiyet zamanlarında girip, feleğimizi şaşırttı..
RAHMETLİ JACK

Jeyar’ın babası Jack Amca iyi bir adamdı ama yediği domuz pastırmaları kalbe giden damarları tıkayınca vakitsiz göçtü dünyadan..
Bizim mahallenin karıları toplanıp dul kalan Bayan Eli’ye baş sağlığına gidemediler.. Onun yerine Jack Amca için mevlit okuttular..
Tiryakioğulları’nın aile büyüğü Ayşe Teyze ise her ne kadar televizyona meraklı değilse de Ay yolculuğunu çok merak ediyor lakin astronotların Ay’a nereden girdiğini bir türlü anlayamıyordu..
Bütün bilimsel açıklamaları dikkatle dinledikten sonra hep aynı soruyu soruyordu..
“Peki bunun kapısı nerde?”
Bir gün masadan elime bir portakal aldım..

“Ay dediğin aha bunun gibi..”
Sonra parmağımı portakalın arkasında bir yere bastım..
“İşte kapısı da burada.. Arkada kaldığından sen görmüyon.. Adamlar buradan girdi içeri..”
İlk kez bir bilimsel açıklamadan tatmin olmuştu.. Tatmin olduğunu da “Zere..” diyerek, yani “demek ki” mealinde kullandığı sözcükle belli etti..
O yıllarda herkesin aklı çocukça işlerdi..
Erbakan Hoca’ın halkı tarif ederken “Pazar yerinde toplanan insan sürüsü..” diye konuştuğu, kimsenin alınmadığı yıllardı..

Şimdi “Görme özürlü..” demeyip “Kör” dersen, ne kadar gözü kör olmayasıca varsa hepsi birden ayaklanıyor.. Bir alınganlık.. Bir hassasiyet..
Jeyar dizide öz kardeşlerine, yengelerine, kuzenlerine hatta anasına bile kazık attıkça hop oturup hop kalkmamız bundandı..

Dallas’ı seyrederken Jeyar’a, Zengin ile Yoksul’u seyrederken de tek gözü kör Falkonetti’ye kızardık..
Ecevit’in takır tukur şiirinden yapılma “Takalar” şarkısını dinleyip, hislenirdik..
Süleyman Bey ile Ecevit’i “Hangisi daha iyi İngilizce biliyor..” diye ev sohbetlerinde yarıştırırdık.. Jürimiz ise tek kelime İngilizce bilmeyen ahalimizin kendisiydi..
Hem sünnet olmuş hem askerlik yapmış birini henüz “Yılın Kadın Sanatçısı” seçmemiştik..
Sonra sonra sapıtmaya başladık.. Her aile içinde bir değil iki Jeyar çıktı.. Her aile şirketi kendi bünyesinde Dallas dizisine döndü..
Devleti soymanın bin türlü tekniğini ürettik.. Belediyelerin birinci sınıf yolsuzluk alanı olabileceklerini keşfettik.. Saadet zincirleri kurup birbirimizi soyduk..

Aileden zenginleri süründürürken, sokakta para karşılığı araba yıkayan adamı üç beş ayda dolar milyoneri yapıp sosyeteye soktuk..
Kredi kartı sahtekârlıkları, hayali ihracatı icat etmemizden sonrasının işidir.. Geldiğimiz son nokta ise bankaları hack’lemektir..
Türk’e durmak yaraşmaz, Türk önde Türk ileri..
STAJYER JR..
Ahalinin icat etmediği yolsuzluk türü kalmadı..
Devletin resmi kayıtlarına göre kaçak elektrik kullanma oranı yüzde yirmi beşti.. Yani içimizdeki her dört kişiden biri elektrik hırsızıydı..
Diğer kalemleri sayıp, kafanızı şişirmeyeyim..

Uluslar arası markaları saldırmamız ise Jeyar ’in ömrü billah akıl etmeyeceği iştir..
Doksanlı yılların sonuna doğru Lacoste’un sahibi gelmişti
İstanbul’a..
Tahtakale’den Sirkeci’ye kadar gittiği her yerde yaratmaktan gurur duyduğu markasını yer tezgâhlarında gördü..
“Lacoste tişörtün üçü yirmi liraaa! Sen de geeel..”
Adamın cinnet geçirmiş gibi saldırıp, yere serili muşambaların üzerinde müşteri bekleyen çakma Lacoste’ları toplamaya çalışmasını gazetelerin birinci sayfalarından sergileyip, dalgamızı geçtik..

Şeytanın stajyer olduğu bu toplumda Jeyar bize ne öğretecek?
Yürü babam yürü!
“Dallas’ta beş minare.. Beri gel Jeyar beri geeel..”
Haber Kaynağım :
Gazeteci ve Yazar Selahattin Duman Makalesidir
http://haber.gazetevatan.com/