Siz hiç “Sünnet” olduğu için çobanlık yapan bir muhafazakar tanıdınız mı?
Hemen hepsi “Sünnet” olduğu için ticaretle uğraşır. Siyasetle dahi “Sünnet” olduğunu düşündükleri için ilgilenirler.
Siz hiç “Sünnet” olduğu için kendisinden 14 yaş büyük, dul ve çocuklu bir kadınla evlenen muhafazakar tanıdınız mı?
Oysa, Kur’an’da zor durumdaki dul kadınların korunmasına yönelik tedbiri dahi uçkurlarının doğrultusunda yorumlayanlara, çifter çifter yaptıkları nefsani izdivaçları ‘Sünnet’ diye pazarlayarak Resul’e hakaret etmekten ar etmeyenlere hayatınızın bir karesinde mutlaka tesadüf etmişsinizdir. (Etmediyseniz; Bknz. bir önceki yazım).
Siz hiç peygamberin izinden giderek, kendisini taşlayanların affı için Allah’a el açıp dua eden bir muhafazakara rastladınız mı?
Yok denecek kadar azdır. Hemen “kısasa kısas” ilkesini hatırlar ve haddi aşıp misliyle karşılık verirler düşmanlarına.
Siz hiç sadece ve sadece “Sünnet” olduğu için spor yapan; yüzen, koşan, okçulukla veya atçılıkla ilgilenen bir muhafazakar tanıdınız mı? Ama “kaylule” sünnetini uygulayanlara rastlamışsınızdır eminim.
Bu tipler aslında sadece öğlen saatlerini değil, neredeyse bütün ömürlerini uyuyarak geçirirler. Siz hiç “Sünnet” olduğu için, lüks hayatı reddeden ve mütevaziliği prensip edinmiş zengin bir muhafazakar tanıdınız mı?
Konu servet veya kariyer olunca Hz. Muhammed’i unutup, Hz. Süleyman’ın ümmeti oluverirler…
Türkiye’yi ziyaretim sırasında katıldığım referandum mitinglerinden birinde gözüme takılan ve hafızama sağlam çivilerle çakılan bir manzara var: 45 derece sıcaklıkta başbakanın konvoyunun arkasından kilometrelerce koşmak zorunda kalan güvenlik görevlileri ve alınlarından süzülen terler....
Uzun bir yolculuk sırasında devesinden inip yorulan kölesini bindiren ulu peygamber geliyor aklıma. Sahi siz hiç resmi araba, özel şöför istemeyen bir üst düzey muhafazakar bürokrata rastladınız mı?
Sonra yurdumun bir başka cephesinden bir başka manzara düşüyor önüme... Muhafazakar belediyelerimizden birinin düzenlediği Ramazan eğlencelerinden birindeyiz. Hava sıcak ama meydan tamamen dolu. Sahnenin yan taraflarına sıralanan sandalyelerden bir ikisini kapıyoruz ve gösterinin başlamasını bekliyoruz.
Sahneyi göremiyorum pek ama seyircileri çok net izleyebiliyorum. Sahiplerinin teşriflerini bekleyen konforlu protokol koltukları ülkemdeki yerel yönetici kadronun güçlü egosunu gözüme doğru dürtüklüyor ve kabaran vicdanım, programın başlaması için protokol erkanının gelmesini bekleyen halkımın gösterdiği sabra isyan ediyor.
Güçlükle bulduğum plastik sandalyemi sandalye arayan bir teyzeye teslim ederek terkediyorum meclisi... Peki siz hiç dondurma kuyruğunda bekleyen bir muhafazakar siyaset adamı tanıdınız mı?
Farkındayım; hala o eski çağların diliyle konuştuğum için, sağ tarafıma bakınca hala o saf imanlı yürekleri bulacağıma inandığım için, gün geçtikce ait olduğum kümeden daha fazla uzaklaşıyorum.
Onların yumuşacık salonlarında kalça kıvırdıklarına, sıvazladıkları sırtlarımızda şimdi mızraklarını saplayacak yer aradıklarına, ayaklarını bizim başımızdan ayırmadan kafalarını menfaatlerinin hizmetine sunduklarına inanmamak için direniyorum.
Ama ne zaman makamlarına otursam ve parmaklarımı deri koltuklarının üzerinde gezdirsem ve ne zaman göz göze gelsek simsiyah bir ihanetle karşılaşıyorum.
Çok zor biliyorum ama, ‘Sünnet’ müessesini çıkarlarına doğru uzanan yokuşta bir merdiven gibi kullananların tamamının elendiği, saf dışı bırakıldığı, yalnızlığa terkedilerek cezalandırıldığı, gerçek İslam ahlakıyla ahlaklanmış bir toplumun hayalini kurmaya devam etmek zorundayız.
O gün gelene kadar da doğruları haykırmak; ailemiz, sevdiklerimiz ve dostlarımız dahil, hangi saftan gelirse gelsin, gelecek tüm tepkileri göğüslemeye mecburuz.
Peki siz hiç, sünnet olduğu için hayatının bir kısmını sadece tefekkür etmek üzere mağarada geçiren bir muhafazakar tanıdınız mı?
Hemen hepsi “Sünnet” olduğu için ticaretle uğraşır. Siyasetle dahi “Sünnet” olduğunu düşündükleri için ilgilenirler.
Siz hiç “Sünnet” olduğu için kendisinden 14 yaş büyük, dul ve çocuklu bir kadınla evlenen muhafazakar tanıdınız mı?
Oysa, Kur’an’da zor durumdaki dul kadınların korunmasına yönelik tedbiri dahi uçkurlarının doğrultusunda yorumlayanlara, çifter çifter yaptıkları nefsani izdivaçları ‘Sünnet’ diye pazarlayarak Resul’e hakaret etmekten ar etmeyenlere hayatınızın bir karesinde mutlaka tesadüf etmişsinizdir. (Etmediyseniz; Bknz. bir önceki yazım).
Siz hiç peygamberin izinden giderek, kendisini taşlayanların affı için Allah’a el açıp dua eden bir muhafazakara rastladınız mı?
Yok denecek kadar azdır. Hemen “kısasa kısas” ilkesini hatırlar ve haddi aşıp misliyle karşılık verirler düşmanlarına.
Siz hiç sadece ve sadece “Sünnet” olduğu için spor yapan; yüzen, koşan, okçulukla veya atçılıkla ilgilenen bir muhafazakar tanıdınız mı? Ama “kaylule” sünnetini uygulayanlara rastlamışsınızdır eminim.
Bu tipler aslında sadece öğlen saatlerini değil, neredeyse bütün ömürlerini uyuyarak geçirirler. Siz hiç “Sünnet” olduğu için, lüks hayatı reddeden ve mütevaziliği prensip edinmiş zengin bir muhafazakar tanıdınız mı?
Konu servet veya kariyer olunca Hz. Muhammed’i unutup, Hz. Süleyman’ın ümmeti oluverirler…
Türkiye’yi ziyaretim sırasında katıldığım referandum mitinglerinden birinde gözüme takılan ve hafızama sağlam çivilerle çakılan bir manzara var: 45 derece sıcaklıkta başbakanın konvoyunun arkasından kilometrelerce koşmak zorunda kalan güvenlik görevlileri ve alınlarından süzülen terler....
Uzun bir yolculuk sırasında devesinden inip yorulan kölesini bindiren ulu peygamber geliyor aklıma. Sahi siz hiç resmi araba, özel şöför istemeyen bir üst düzey muhafazakar bürokrata rastladınız mı?
Sonra yurdumun bir başka cephesinden bir başka manzara düşüyor önüme... Muhafazakar belediyelerimizden birinin düzenlediği Ramazan eğlencelerinden birindeyiz. Hava sıcak ama meydan tamamen dolu. Sahnenin yan taraflarına sıralanan sandalyelerden bir ikisini kapıyoruz ve gösterinin başlamasını bekliyoruz.
Sahneyi göremiyorum pek ama seyircileri çok net izleyebiliyorum. Sahiplerinin teşriflerini bekleyen konforlu protokol koltukları ülkemdeki yerel yönetici kadronun güçlü egosunu gözüme doğru dürtüklüyor ve kabaran vicdanım, programın başlaması için protokol erkanının gelmesini bekleyen halkımın gösterdiği sabra isyan ediyor.
Güçlükle bulduğum plastik sandalyemi sandalye arayan bir teyzeye teslim ederek terkediyorum meclisi... Peki siz hiç dondurma kuyruğunda bekleyen bir muhafazakar siyaset adamı tanıdınız mı?
Farkındayım; hala o eski çağların diliyle konuştuğum için, sağ tarafıma bakınca hala o saf imanlı yürekleri bulacağıma inandığım için, gün geçtikce ait olduğum kümeden daha fazla uzaklaşıyorum.
Onların yumuşacık salonlarında kalça kıvırdıklarına, sıvazladıkları sırtlarımızda şimdi mızraklarını saplayacak yer aradıklarına, ayaklarını bizim başımızdan ayırmadan kafalarını menfaatlerinin hizmetine sunduklarına inanmamak için direniyorum.
Ama ne zaman makamlarına otursam ve parmaklarımı deri koltuklarının üzerinde gezdirsem ve ne zaman göz göze gelsek simsiyah bir ihanetle karşılaşıyorum.
Çok zor biliyorum ama, ‘Sünnet’ müessesini çıkarlarına doğru uzanan yokuşta bir merdiven gibi kullananların tamamının elendiği, saf dışı bırakıldığı, yalnızlığa terkedilerek cezalandırıldığı, gerçek İslam ahlakıyla ahlaklanmış bir toplumun hayalini kurmaya devam etmek zorundayız.
O gün gelene kadar da doğruları haykırmak; ailemiz, sevdiklerimiz ve dostlarımız dahil, hangi saftan gelirse gelsin, gelecek tüm tepkileri göğüslemeye mecburuz.
Peki siz hiç, sünnet olduğu için hayatının bir kısmını sadece tefekkür etmek üzere mağarada geçiren bir muhafazakar tanıdınız mı?
Haber Kaynağım :
Bu yazı "Haber Taraf " gazetesi köşe yazarı Emine K. ARSLANER makalesidir.
www.eminearslaner.com
http://www.habertaraf.com/