Sekiz sene öncesinde Buca Ahmet Yesevi Lisesi’nde birlikte okuyorlardı... İkisi de sınıf arkadaşıydı... Ama bu arkadaşlıkları aşka, sonra da evliliğe dönüşecek kadar onurlu sabırlı ve karakterliydi...
Eşi Türk Silahlı Kuvvetlerinde teğmen, kendisi ise Milli Eğitim’de coğrafya öğretmeni olmayı başarmıştı. Bir de onca yıllara rağmen bir elmanın iki yarısı olarak kalmayı... Sonra da hayatlarını birleştirmeyi...
Gelin olduğunda daha 23 yaşındaydı... Hayatının baharında mı dersiniz, çiçeği burnunda mı?... Ufacık tefecikti ama yüreği kocamandı... Hiçbir şeyden çekinmez korkmazdı. Hatta o asker olmayı istiyordu da evlendiğinde onu tebrik eden yakınları diyordu ki:
“Asker olamadın ama asker eşi oldun, bak!”
Düğün sonrası ailesini korku ve endişelere gark ederek kocasıyla birlikte görev yerine uçmuştu. Osmaniye Kanlıgeçit Komutanlığı Lojmanıydı yeni yuvası... Kader onu oraya gelin olmaya mı, şehit olmaya mı göndermişti?
Babası, biricik kızını subay karısı olarak gelin ederken kızından çok damadının şehadetinden endişeleniyordu. Çünkü hep kocalar şehit oluyor eşleri dul kalıyordu. O hem kızı hem damadı üzerine titreyen bir yürekti.
Çocuklarının geleceğinden o kadar endişe ediyordu ki, geceleri uyku uyuyamıyordu.
“Kızım Allah göstermesin bu genç yaşta, kucağında çocuk, şehit eşi olarak kalmana yüreğim dayanmaz yavrum” derken sesi titriyordu.
Hakikaten yüreği dayanamamıştı. Daha gelin göndereli bir hafta geçmeden bir kalp kriziyle hayata veda etmişti babası.
Bu üzüntüyü yakını asker olmayan bilmez... Ben oğlu vatani görevini Şırnak’ta yapan bir anneyim. Oğlum şehit olmadı. Terhis oldu şükür... Ama o geri dönene kadar ben panikatak hastası oldum. Aradan on sene geçti. Hâlâ geceleri uyuyamıyorum. O bakımdan iyi biliyorum...
Ah kader... Kızcağız daha gelinliği buruşmadan babasının ölüm haberiyle kahroluyor... Bir yanda acı, bir yanda hasret, bir yanda görev... Diyor ki yakınlarına:
-Babamın mevlidi için İzmir’de olacağım...
Ve iki gün öncesinden İzmir’e uçak bileti alıyor. Babasının mevlidinde İzmir’de olacak... Nereden bilsin o uçağın kendi al bayrağa sarılı tabutunu baba evine götüreceğini...
Üç gün önce internet üzerinden haberleşiyor yengesiyle... Eşi ise üç gündür operasyonda... Hal hatır soruyor yengeciği:
-“Pınar’cığım iyi misin? Korkuyor musun? Nasılsın?”
Cevap veriyor:
-“Yengeciğim kendimden değil de eşimden endişeleniyorum.”
.
Normal olan da bu değil midir? Operasyonda olan kocasıdır. Kendisi evinde... Lojmanda... Ama işte...
Hiç kimsenin, rahmetli babacığının, hatta kendisinin bile aklına gelmeyen bir şekilde başına geliyor ölüm... Allah’tan ki şehadet olarak... Ölümlerin en güzeli olarak...
Ve acı kader, haber olarak yansıyor ekranlara... Flaş flaş flaş... Osmaniye-Kanlıgeçit’te Jandarma Komando Bölük binalarına, teröristlerce roketatar ve uzun namlulu silahlarla...
Bir kalleş şarapnel parçası, balkonda iken başına isabet ediyor çiçeği burnunda gelinin... Hemen hastaneye kaldırıyorlar ama şehadet şerbeti var kaderinde... İçecek... Bir anne olarak gelinim yaşındaki bu yavrum için gözyaşlarım pınar oldu aktı...
Biz gözyaşımızı tülbendimize silerken, resmî üniformasıyla elindeki karanfili, hayatından çok sevdiği eşinin, al bayrağa sarılı tabutuna koyarken bile saklamaya çalıştığı kocacığının sicim gibi gözyaşları, yüzünden aşağı süzülüyordu...
Allah gani gani rahmet eylesin...
Haber Kaynağım :
Gazeteci: Ünal BOLAT Makalesidir. unal.bolat@tg.com.tr
http://www.turkiyegazetesi.com.tr