Portakalın arkasından koşan çocuğum :)

Genç bir cumhuriyetin sancılarını çekiyordu ülke. Çoğu aile zorlukla geçiniyor. Dedemin de katkısıyla, diğerlerine oranla hali vakti yerinde kalıyoruz. Ne yalan söyleyeyim bazen sıkılıyorum arkadaşlarımın yanında bu yönümüzden.

Hafta sonu en temiz giysilerimizi giyinip, zengin bir sofra hazırlama çabalarımıza, ister istemez dikkat kesiliyor herkes. Farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bu coğrafyada Balatın bu münzevi ailesinin kendi içinde, dışarı pek de fazla yansıtamadığı ne büyük acıları var oysa ki.

Arnavut kaldırımlı dar sokakları arasına sıkışmış kalmış, derme çatma binaların ortak özelliği, bu günü gülümseyerek hatırladığım kapıları.Ve neredeyse iki büklüm olunca ancak içeri girilebilen bu kapıların, eşikleri bir de.

Sınırda sayılırdı evimiz. Bir yanımızda yüksek duvarlarıyla çevrili o zamanlar halk arasında Kırmızı Kilise denilen kırmızı tuğladan örülü Fener Rum Lisesi, diğer yanda Ahrida Sinagogu, Yahudi Hastanesi, Ferruh Kethüda Camii.Bir köşede Ayios Strati Ortodoks Kilisesi, diğer köşede Surp Hreşdagabet Gregoryen Ermeni Kilisesi.


Bu gün bile dizi filmlerin aranıpta bulunamayan dar gelirli ailelerle ilgili bölümlerine mekan olmakta Balatın ve Fener'in evleri. Gün geçmiyor ki kameralar, ışıklar, çekim arabalarıyla dolmasın mahalle bir baştan bir başa. Özellikle rum ailelerin bir arada yaşadığı Fener bu gün evleriyle konu oluyor filmlere.

Hepsini bir arada tutmayı başaran semtin yerlileri müslüman aileleri. İnsan olmanın katıksız coşkusu onca kültürü bir arada tutmaya yetiyor. Gaz ocağı üzerinde demlenen çaylar, mangalda kömür ateşinde pişirilen köpüklü kahveler fal açıyor bu güne o zamanlar sevgi dolu sohbetlerde.

Kim bilir sokakların daracık yapılması bundandır. Kapı eşikleriyle, yaşayanları birbirine biraz daha yakınlaştıran, koyulaşan muhabbetlerle herkesi birbirine kaynaştıran daracık sokaklar bundandır elbet. Bu günden yarına neler olup bittiğini etrafına üşüştüğümüz radyodan öğrenebiliyoruz.

Ajans saatlerinde herkes pür dikkat kesiliyor, biz çocuklar bile. Aldığımız haberlerin ne anlama geldini anne babamızın yüzündeki ifadede bulmaya çalışıyoruz. Kimi zaman endişeli hallerini bizden saklamaya çalışırken kırdıkları potlar bu gün bile gözümün önünden gitmiyor.

Yine de biz çocuklar için herşey çok güzel. Dini günler, bayramlar, ibadetler bize göre hepsi oyun. Çünkü tümünün başında ya da sonunda bir yiyecek içecek faslı var ki sorma gitsin. Roşaşana, şükran günü, kalender, şabat, hıdırellez, noel derken hergün neredeyse bayram bizim için.
Karanlıkta çıkıyoruz merdivenleri, ellerimizde mumlar, bir de çuvala benzer torbalar. Seslerimiz birbirine karışıyor kapılarını çaldığımızda komşuların. Aç kapıyı bezirgan başı bezirgan başı, kapı hakkı ne verirsin. Kapılar açılıyor.

Bir iki elma, mandalina, portakal. Ne kadar eğlenceliydi tahmin bile edemezsiniz. Eğlenceliydi herşey ama yine de belli bir düzen içinde, titizlikle yapılırdı.Bir kaç gün önceden duyurulan bu özel günlerin hazırlık dönemlerini iple çekerdik.
.
Anne ve babalarımızın özenle yaptıkları alışverişlerin biz çocuklar üzerindeki yansımalarını bilemezsiniz. 60'lı yıllarda yaşadıklarımızı her şeye rağmen tebessümle anıyor olmam bundan olsa gerek. Zordu o dönemlerde yaşamak, fakirlik herkesin üzerinde bir yafta, gerçeğe oldukça yakın ama.

İnsanların birbirinden saklayacakları bir şeylerinin olmaması ne güzel. İki ev arası makaralı çamaşır ipleri ne durumda olduğumuzun mahremiyetini sererdi bir çırpıda zaten ortaya. Renkli iç çamaşırlarının mahallede kimlerin yüreğini hoplattığını da hatırlar gibiyim teyzemin.

Babamla tartışmalarını Haliç'ten dinlemişti bütün İstanbul eminim. Tanrım neydi o günler. Sonra sağnak bir yağmur hiç unutmam. Pencerenin geniş pervazına bağdaş kurmuş seyrediyorum mahalleyi. Yuvarlana yuvarlana ilerleyen bir portakal sahipsiz. Dik yokuşuna aldırış etmeden yolunda salına salına gidiyor.

Öyle de güzel görünüyor ki meret. Bir anlık kararsızlık, ardından fırlıyorum yalın ayak sokağa. Koş allah koş. Önde bir içim su portakal arkasında çocukluğum. Ne zor yakalamak. Sonunda kavrayıverdim yerden portakalı. Kimseler görmedi. Eminim. Sonra hoop! Içime, yağmurdan sırılsıklam olmuş fanilam.

Vur yokuşuna kolaysa şimdi kendini Kiremit caddesinin. Gün boyu top oynarken kaç kez inip çıktığım yol şimdi bitmek bilmiyor. Yağmur iliklerime kadar işlemiş. Şimdi evdekiler nasıl kızacak? Gören oldu mu acaba? Yok canım, bu yağmurda kim görmüştür ki.. Tüm camlar beni seyrediyor, üstüme bir ağırlık çöküyor.

Boş pencerelerin önünden koşarak geçiyorum. Yine de içimde bir huzursuzluk. Keşke hiç çıkmasaydım dışarı. Keşke görmeseydim seni. Öyle de güzelsin ki. Ne uzunmuş bu yol. Sonunda eve giriyorum yüzüm kıpkırmızı. Şuç işlediğimde dilim tutulurdu çocukluğumda, konu komşu bir araya gelir, tülbentle başımın üstüne çardak misali birşeyler yapılır kurşun dökerlerdi de bana mısın demezdim.

Sonra yavaş yavaş çözülürdü dilim, yine o eski ben olurdum, çenesi susmayan teyzemin tabiriyle. Elimde kocaman portakal sırılsıklamım, kasıldım kaldım. Soruyorlar anlatamıyorum bende olanı biteni. Gece boyu öksürük tıksırık derken rüyalarımda Mehmet manav. Müşterisine hizmet ederken tezgahtan fırlıyor bir portakal.

Yaşasın özgürlük Soğuk terler boşanıyorum. O gün bu gündür portakal haramdır bana. Yediğimi görene aşk olsun. Ah teyzem dilini tutamadı olanı biteni yine bir akşam üstü kapı eşiğinde paylaştı tüm mahalleliyle. O günden sonra Mehmet manavın da önünden geçemez olmuştum. Rahmetli olduysa affetsin.

Yeniden yollarına düşüp satır satır okuduğumda aradan tam kırk yıl geçmişti. Evler yerli yerinde kapıları hala alçak girişli, boyaları kiremitleri ve nice masallara konu kapı eşikleri, tabi ki kapı eşiğine malzeme kapı eşiği sohbetleri. Çöktüm birinin önüne yaşlıca bir teyze anlatır durur. Dul bir kadın taşınmış mahalleye yüreğini hoplatırmış erkeklerin.

Haber Kaynağım :
Rumuz Yağmurcu arkadaşımın makalesidir.
http://blog.milliyet.com.tr/