Bir aşiret töresi " Yenge İle evlenme "


"Neden" diyor bir okuyucumuz "annem-babam benim yengemle evlenmeme izin vermiyor? Halbuki ağabeyim öldü. Ben yengemle evlenmekle hem ona hem de yeğenlerime sahip çıkmak istiyorum ve bana göre fedakarlık yapıyorum. Yoksa bekar bir bayanla da evlilik yapabilirim."

Sahip olduğu bakış açısı itibariyle doğru söylüyor okuyucumuz; ama meseleye başka açılardan da bakıldığını unutuyor. Şöyle ki bildiğim kadarıyla yenge ile evlenmek hususunda Anadolu'da iki yaygın kanaat vardır. Bölgelere göre değişiklik arz ediyor bu kanaatler.

Birisi yenge ile evlenmeyi iyi, güzel görürken, diğeri kötü ve çirkin telakki ediyor. Neden? Çünkü her iki kanaatin de dayanmış olduğu tarihî, içtimaî, psikolojik ve sosyolojik temeller var. Mesela, okuyucumuzun dile getirdiği bakış açısında olayın sosyal boyutu daha ön plana çıkıyor. Dul kalan yengeye, geride bırakılan çocuklara (yeğen) sahip çıkma önceleniyor.

Bir başka bakış açısında ise, psikolojik faktör öncelenerek şöyle deniyor: "Bir kayınbiraderin yıllarca aynı aile atmosferi içinde birlikte ömür sürdüğü, mahremiyet noktasında ana, bacı, nine konumunda gördüğü, namusuna uzanan bir göz veya el karşısında rahatlıkla ölümüne varan kavgaya girdiği yengesi ile ağabeyinin ölümünden sonra evlenmesi doğru değildir; çünkü onlar mazilerini bir çırpıda silip atıp karı-koca arasında olması gereken karşılıklı cazibeye sahip olamazlar." Her ikisinin de haklı olduğu noktalar var.

Pekala Anadolu'daki bu yaygın kanaatler bir tarafa, İslam ne diyor bu konuda? Her şeyden önce bir hususun altını çizerek başlayalım; bahse medar olan kanaatler, İslamî nasslarla örtüştüğü nisbette bir mana ifade eder.

Onun içindir ki fukaha, halk arasında yaygın bulunan ama aynı zamanda İslamî nasslarla uyuşan anlayış ve uygulamalara "örf" adını vermiş ve sadece Hanefi mezhebi değil, İslam hukukundaki fıkıh ekollerinin hepsi bu anlamdaki örf'ü hüküm istinbat metotları arasında kabul etmiştir.

"Örf ile sabit olan, şer' ile sabit olmuş gibidir." hükmü bu manadaki örf için geçerlidir. Aynı fukaha İslamî nasslarla uyuşmayan anlayış ve uygulamalara ise "âdet" demiştir.

Bir misalle açalım; mesela, faiz, içki, kumar vb. şeyler bazı zaman ve zeminlerde insanlar tarafından genel kabul görmüş olabilir. Allah'ın haram kıldığı bu amellere itibar etme, sarih ve sahih nassları terk etme anlamına gelir. Fakat beri tarafta da sosyal hayatta gerçekliği olan şeylerdir bunlar.

İşte bunun için fukaha bu amellere "örf" değil, "âdet" veya "fasit örf" adını vermiş ve hiçbir şekilde nazarı itibara almamıştır. Bu bağlamda başlık parasından, türbelerde mum yakmaya, ağaçlara çaput bağlayıp dilek tutmaya kadar nice yaygın "âdet"lerimiz vardır bizim.

Söz buraya gelmişken, İslam'ın genel karakteri ile ilgili şu hususun bilinmesinde fayda olduğu inancındayım. İslam, zuhur ettiği toplumda câri olan bazı uygulamaları olduğu gibi kabul etmiş, bazılarını kökten reddetmiş ve yerine yeni ahkâm inşa etmiş, bazılarını da asılları itibariyle benimsemiş, teferruatında değişikliğe gitmiştir.

Bu açıdan İslam takrir, ta'dil ve inşa olmak üzere üçlü bir karaktere sahiptir. Mesela -konumuzla min vechin ilgili olması açısından özellikle bu örneği seçtik- cahiliye toplumu bir efendinin, hürriyetine kavuşturduğu kölesinin karısıyla evlenmesini kerih görüyordu.

Zira onlara göre azatlı köle, efendinin çocuğu, karısı da gelini mesabesindeydi. Bu açıdan azatlı köleler, efendilere nisbet ediliyordu. Nitekim Allah Rasulü'nün azatlı kölesi Hz. Zeyd'e, "... Evlatlıklarınızı da öz oğullarınız olarak tanımamıştır."

(Ahzab, 33/4) ayeti nazil oluncaya kadar 'Zeyd b. Muhammed' denmişti. İslam, evlatlıklar "öz oğul", evlatlıkların hanımları da filhakika "gelin" olmadığı için, ister boşama, isterse ölüm nedeniyle vuku bulan ihtiyarî veya icbarî ayrılıklar neticesi dul kalan kadın ile, efendinin evlenmesinde bir mahzur görmedi.

Haber Kaynağım :




Zaman Gazetesi Yazarı : AHMET KURUCAN Köşe Yazısıdır.