Benim sorunum, erkeklere olan güvensizliğim. 14 yıldır dulum, 36 yaşındayım. Kalbim erkeklere karşı taş gibi. Bir düğüne gitsem, “Acaba ne zaman ayrılacaklar?” diye düşünüyorum. Annem, “Herkes aynı olmaz” diyor. Bu güvensizliğimi nasıl yenebilirim?
Erkeklere güvensizliğin neden kaynaklanıyor acaba? Yanlış yaşanmışlıkları topluma mal etmek pek doğru olmaz. Sizin bakış açınızla bakalım biraz dünyaya. Erkekler kadınların devamlı yanlışlarını ayıplarını görsünler, kadınlar da erkeklerin. Kimse birbirine güvenmesin. Aslında var olan birçok güzellik devamlı çirkin şeylerle örtülsün. Savaş alanı canlandı değil mi gözünüzde. Oysa erkek olsun kadın olsun Allah rızasında yaşayan birçok insan var. Devamlı önyargı ile yaşama devam etmek pek sıkıcı olsa gerek. :)
Hayatta güven esastır, güvensizlik değil. Doğru esastır, yalan dolan değil. İyilik esastır kötülük ve çirkinlik değil. Evlenmek esastır, evlenmekten korkmak ve çekinmek değil. Çevrenize baktığınızda sürekli bir evlilik hazırlığını göreceksiniz. Belediye nikah dairesine uğrayıp nikah için bir gün isteyecek olsanız, aylar sonrasına ancak gün verirler. Geçtiğimiz Cumartesi günü bir yakınımın nikahı vardı.
Nikah salonunun kapısının üstünden akan ışıklı yazılara dikkat ettim, her 15 dakikada bir nikah vardı. Bu sadece o nikah salonundaydı. İstanbul’un 39 ilçesindeki nikah salonlarını bir düşünün, her gün yüzlerce insan dünya evine giriyor. Çoğu bekardır ama içinde ikinci evliliğini yapan kadın ve erkekler de vardır.
Demek ki, hayatta güven, eski deyimiyle emniyet/itimat devam ediyor. Kadınlar erkekleri, erkekler kadınları cazip buluyor, görüşüyorlar, anlaşıyorlar, evleniyorlar, aile yuvaları kuruyorlar. Evlenen insanlar birkaç sene sonra anne baba oluyorlar, çoluk çocuğu karışıyorlar. Hayat kendi seyri içinde akıp gidiyor. Kur’ân’da yer alan bir âyet her gün yaşıyor ve mucizeliğini devam ettiriyor: “Hemcinslerinizden, kendilerine ısınacağınız eşler yaratması ve aranıza merhamet ve sevgi vermesi de O’nun âyetlerindendir.
Tefekkür eden bir topluluk için bunda ibretler vardır.” (er-Rûm, 30:21) Demek ki anneniz haklı. Hem de yerden göğe kadar. Bu güvensizliğinizi hayata bakış açınızı değiştirerek yenebilirsiniz. “Güzel gören düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” gerçeğini, “O Allah ki, her şeyi en güzel şekilde yarattı” (es-Secde, 32:7) âyetinin bir tefsiri olarak göreceksiniz, ufkunuzu bu âyetin ışığıyla aydınlatacaksınız. O zaman bakacaksınız, Allah’ın ne ihsanları, ne lütufları ve ne ikramları varmış. Şaşıracaksınız hayata ümit penceresinden bakınca...
İçinizdeki endişeyi, tereddüdü ve ürküntüyü defedeceksiniz, rahatlayacaksınız. İçiniz içinize sığmayacak, hayat dolu olacaksınız, eminim buna...
“Çok çile çektim, anlatmam doğru mu?”
50 yaşındayım. 16 yaşında evlendim. Kayınvalidem ve kayınpederimden çok çile çektim, dayaklar yedim, unutamıyorum ve anlatıyorum. Hata mı yapıyorum?
(Rumuz: Merve)
“Aşk söyletir, dert ağlatır” ama bir faydası yoktur. O tatsız ve acı günler geçmiş, “zeval-i elem lezzettir”, “acının geçmesiyle geriye lezzet bırakır” kuralına göre, o günlerin acısı gitmiş, lezzeti kalmış, çilesi sefaya dönüşmüş. Bunun için geriyi/geçmişi tekrar edip bugüne taşımamak lazım. Bugünümüze şükredelim ki, devam etmiyor. Zaten etmesi mümkün değil de...
En makul olanı, akıllıcası yarını, geleceği düşünmektir. Varsa veya olacaksa gelininize iyi davranır, örnek bir kayınvalide olursunuz. Yaşadıklarınızı intikam alırcasına başkasına yaşatmayı düşünmezsiniz. Kayınvalide ve kayınpederiniz hayatta iseler, zaten şu an size muhtaçtırlar, pişmandırlar, dilleriyle olmasa bile halleriyle sizden özür diliyorlardır.
Ölmüşlerse, Peygamberimiz, “Ölmüşlerinizi hayırla yad edin” buyuruyor. İnancımızda ve kültürümüzde ölmüş insanların kötülükleri söylenmez, anlatılmaz. Bir de anlatılan şeyler gıybete, dedikoduya da girebilir. Oturup durduğumuz yerde bir de vebale, günaha girmenin bir anlamı var mı? Peygamberimiz “Ya hayır söyle ya da sus” buyurmuş. Hayır ve suskunluk kazandırır, bu ikisinin dışındakiler kaybettirir. Bu yaştan sonra sürekli kazanca yatırım yapmak lazım.
Erkeklere güvensizliğin neden kaynaklanıyor acaba? Yanlış yaşanmışlıkları topluma mal etmek pek doğru olmaz. Sizin bakış açınızla bakalım biraz dünyaya. Erkekler kadınların devamlı yanlışlarını ayıplarını görsünler, kadınlar da erkeklerin. Kimse birbirine güvenmesin. Aslında var olan birçok güzellik devamlı çirkin şeylerle örtülsün. Savaş alanı canlandı değil mi gözünüzde. Oysa erkek olsun kadın olsun Allah rızasında yaşayan birçok insan var. Devamlı önyargı ile yaşama devam etmek pek sıkıcı olsa gerek. :)
Hayatta güven esastır, güvensizlik değil. Doğru esastır, yalan dolan değil. İyilik esastır kötülük ve çirkinlik değil. Evlenmek esastır, evlenmekten korkmak ve çekinmek değil. Çevrenize baktığınızda sürekli bir evlilik hazırlığını göreceksiniz. Belediye nikah dairesine uğrayıp nikah için bir gün isteyecek olsanız, aylar sonrasına ancak gün verirler. Geçtiğimiz Cumartesi günü bir yakınımın nikahı vardı.
Nikah salonunun kapısının üstünden akan ışıklı yazılara dikkat ettim, her 15 dakikada bir nikah vardı. Bu sadece o nikah salonundaydı. İstanbul’un 39 ilçesindeki nikah salonlarını bir düşünün, her gün yüzlerce insan dünya evine giriyor. Çoğu bekardır ama içinde ikinci evliliğini yapan kadın ve erkekler de vardır.
Demek ki, hayatta güven, eski deyimiyle emniyet/itimat devam ediyor. Kadınlar erkekleri, erkekler kadınları cazip buluyor, görüşüyorlar, anlaşıyorlar, evleniyorlar, aile yuvaları kuruyorlar. Evlenen insanlar birkaç sene sonra anne baba oluyorlar, çoluk çocuğu karışıyorlar. Hayat kendi seyri içinde akıp gidiyor. Kur’ân’da yer alan bir âyet her gün yaşıyor ve mucizeliğini devam ettiriyor: “Hemcinslerinizden, kendilerine ısınacağınız eşler yaratması ve aranıza merhamet ve sevgi vermesi de O’nun âyetlerindendir.
Tefekkür eden bir topluluk için bunda ibretler vardır.” (er-Rûm, 30:21) Demek ki anneniz haklı. Hem de yerden göğe kadar. Bu güvensizliğinizi hayata bakış açınızı değiştirerek yenebilirsiniz. “Güzel gören düşünür, güzel düşünen hayatından lezzet alır” gerçeğini, “O Allah ki, her şeyi en güzel şekilde yarattı” (es-Secde, 32:7) âyetinin bir tefsiri olarak göreceksiniz, ufkunuzu bu âyetin ışığıyla aydınlatacaksınız. O zaman bakacaksınız, Allah’ın ne ihsanları, ne lütufları ve ne ikramları varmış. Şaşıracaksınız hayata ümit penceresinden bakınca...
İçinizdeki endişeyi, tereddüdü ve ürküntüyü defedeceksiniz, rahatlayacaksınız. İçiniz içinize sığmayacak, hayat dolu olacaksınız, eminim buna...
“Çok çile çektim, anlatmam doğru mu?”
50 yaşındayım. 16 yaşında evlendim. Kayınvalidem ve kayınpederimden çok çile çektim, dayaklar yedim, unutamıyorum ve anlatıyorum. Hata mı yapıyorum?
(Rumuz: Merve)
“Aşk söyletir, dert ağlatır” ama bir faydası yoktur. O tatsız ve acı günler geçmiş, “zeval-i elem lezzettir”, “acının geçmesiyle geriye lezzet bırakır” kuralına göre, o günlerin acısı gitmiş, lezzeti kalmış, çilesi sefaya dönüşmüş. Bunun için geriyi/geçmişi tekrar edip bugüne taşımamak lazım. Bugünümüze şükredelim ki, devam etmiyor. Zaten etmesi mümkün değil de...
En makul olanı, akıllıcası yarını, geleceği düşünmektir. Varsa veya olacaksa gelininize iyi davranır, örnek bir kayınvalide olursunuz. Yaşadıklarınızı intikam alırcasına başkasına yaşatmayı düşünmezsiniz. Kayınvalide ve kayınpederiniz hayatta iseler, zaten şu an size muhtaçtırlar, pişmandırlar, dilleriyle olmasa bile halleriyle sizden özür diliyorlardır.
Ölmüşlerse, Peygamberimiz, “Ölmüşlerinizi hayırla yad edin” buyuruyor. İnancımızda ve kültürümüzde ölmüş insanların kötülükleri söylenmez, anlatılmaz. Bir de anlatılan şeyler gıybete, dedikoduya da girebilir. Oturup durduğumuz yerde bir de vebale, günaha girmenin bir anlamı var mı? Peygamberimiz “Ya hayır söyle ya da sus” buyurmuş. Hayır ve suskunluk kazandırır, bu ikisinin dışındakiler kaybettirir. Bu yaştan sonra sürekli kazanca yatırım yapmak lazım.