Dul bayan



Adana da bir Musevi arkadaşım vardı, Yakup (Jacob), bir gün bana sordu:
"Ailen ne zamandır İstanbullu?"

"1870'lere kadar götürebiliyorum," dedim, "büyükbabamın babası Üsküdar'da yaşıyormuş, eğer İstanbul sayılırsa... Ondan öncesini bilemiyorum. Abdülhamid ve Abdülaziz devri tamam da, Abdülmecid karanlık."

Güldü. "Biz," dedi, "İstanbul'a 1492 yılında geldik!"
Haklıydı. Atalarının beş yüz on yedi yıldır burada oturduklarını kesinlikle kanıtlayabilirdi.
Bir de üç bin yıla dayananları düşündüm...

"Megaralılar'dan" beri burada yaşadıkları halde çoğunu gönderdiklerimiz... Rumlar yani... Bizden çok çok daha İstanbullu olanlar.
Hay Allah, ben bugün size "mayın sorununu" anlatacaktım yahu...
Fakat sabah gazeteyi açar açmaz ölüm ilanlarına takıldım.

Çukurca'da altı çocuğumuz ölmüştü, onların ilanı falan yoktu, köylü ilan vermezdi. "Bilmemne locasından biraderleri" de yoktu parayı bastırıp onları evrenin ulu mimarına uğurlayacak. Onlar haber yapılırlardı ancak, sabah "yüreğimiz yanıyor" yazıp akşam Papermoon'da yanan yüreklerini soğutacak gazeteciler tarafından...

Bu arada dul bayan Alis de ölmüştü. Lusin'in kızı, Bedros ile Leda'nın, Arto ile Natali'nin, Berç ile Ara'nın, Karakin ile Eliz'in babaanneleri, anneanneleri, halaları...
Bayan Hasmik de ölmüştü, dul bayan Arşaluys'un görümcesi, Sirarpi'nin kardeşi...
Ayraç içinde "Sivaslı" yazıyordu.

Bayan Hasmik, Sivaslı.
Daldım... Eski "Hayat Mecmuası'nı" hatırladım, dergisi değil, mecmuası. Hani şu, bankadan "keşide" kazanan her on kişiden ikisinin Ermeni, üçünün Rum çıktığı sayıları...

Komedyenlerin radyoda Ermeni taklidi, Rum taklidi yaptıkları günleri. Seyfi Dursunoğlu'nun "Huysuz Virjin" oynasa korkmayacağı, "tepki görür" diye vazgeçmeyeceği, o eşsiz parodinin içini boşaltmayacağı günleri.

Gazinolarda Henny ile Vasilaki'nin sahneye çıktıkları, Vartan'ın ıslıkla tango çaldığı günleri.
Babamın arkadaşı Kürt Avni'nin Beyoğlu'nda Ekspres Birahanesi'ndeki kasiyer dul madama asıldığı ve bunun çok şirin ve doğal karşılandığı günleri.

Ve de annemin en yakın arkadaşı Peruz teyzeyi... Kocası Haluk amca.
Bizim Beşiktaş'taki evin sağında Rum, solunda Ermeni, karşısında Bulgar, onun yanında Türk otururdu.

Yıkılmış gitmiş koca bir imparatorluğun, önce birbirini yemiş, sonra birbirine sarılmaya çalışmış, sonra gene kapışmış ama sonuçta hiçbiri mutlu olamamış çocukları...

O kadar tuhaf geliyordu ki bize, o kadar öğretilmemiş, o kadar gizlenmişti ki her şey, "aaa, Sivaslı, Tokatlı, Yozgatlı Ermeni mi olurmuş yahu" diyorduk...

Ben de büyüyünce ve öğrenince, gördüğüm her eski imparatorluk çocuğuna şöyle demeye başladım:

Türkler'e kızmayın, çünkü bilmiyorlar...
Durduk yerde tadım kaçtı, bugün hiçbir şey yazamadım.

Gazeteci ve Yazar : Engin Ardıç ' ın Sabah Gazetesi Makalesi :)
-----------------------------------------------------------------------------
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.

Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

http://www.sabah.com.tr/Yazarlar/ardic/2009/05/30/dul_bayan