Bazen kendimi, bir filmin en alakasız yerinde ağlarken yakalarım. İçimde, neresi olduğunu bilmediğim bir yere dokunmuştur, bir cümle, bir hareket, bir bakış…
.
Son zamanlarda, defalarca seyrettiğim Türk filminde, anlattığıma benzer bir sahne var. Uzun yıllar hayat kadını olarak çalışmış kahramanımız, emekli olduktan sonra, meslektaşlarının çocuklarına bakar. Onun evi bir çeşit yuvadır. Yaşamını sadece çocuklara adamış, biraz sert görünen, kendince disiplin ve eğitim anlayışı olan bu kadın, hayattan bireysel ümitlerini kesmiş, geleceğe ve aşka dair beklentisi olmayan biridir. Şeker hastalığı yüzünden her gün iğne yaptırır. İğnecinin kendisine beslediği platonik aşktan habersizdir. Filmin sonuna doğru, adamın itirafını görürüz.
Son zamanlarda, defalarca seyrettiğim Türk filminde, anlattığıma benzer bir sahne var. Uzun yıllar hayat kadını olarak çalışmış kahramanımız, emekli olduktan sonra, meslektaşlarının çocuklarına bakar. Onun evi bir çeşit yuvadır. Yaşamını sadece çocuklara adamış, biraz sert görünen, kendince disiplin ve eğitim anlayışı olan bu kadın, hayattan bireysel ümitlerini kesmiş, geleceğe ve aşka dair beklentisi olmayan biridir. Şeker hastalığı yüzünden her gün iğne yaptırır. İğnecinin kendisine beslediği platonik aşktan habersizdir. Filmin sonuna doğru, adamın itirafını görürüz.
Ancak kadın bu duruma kahkaha ile güler. Eski mesleğini bahane eder. Adam bu konunun geçmişte kaldığını düşünmektedir. Kahramanımız bakar ki teklif ciddi, ertesi gün kararını açıklayacağını söyleyerek tam kapıdan çıkacakken, durur. İşte benim gözümden yaş akıtan diyalog tam burada geçer. “ Evlenirsek, sen akşamları, pazar alışverişi yapıp, elin kolun dolu gelir misin eve?” Adam “evet” der. “Peki, birlikte televizyon seyreder miyiz?”
Kalbimin neresini acıtır, içimde nasıl bir yere dokunur bu cümleler, bilmiyorum. Ancak, çoğu insan için, sıradan, basit ve önemsiz görünen, üstünde düşünmeye bile gerek duyulmayan küçücük olaylar; başka birisi için nasıl özlem taşımaktadır? Daha önemlisi, bir kadını mutlu etmek aslında ne kadar kolaydır. Sonunda hep - izm olabilecek kadar önemli bir soru olan, üstünde filozofların yazılar yazdığı, erkeklerin bir türlü bulamadığı, dünyanın en büyük sorusu şudur: Kadın ne ister? Cevabı her kadına göre değişiklik gösterse de, ortak bir noktada buluşmak mümkündür. Kadın çok basit şeyler ister. Öncelikle şefkat ister, başı okşansın, gözlerinin içine bakılsın ister.
Sevildiğini hissetmek ister. Sevip de göstermemeyi erkeklik sayanlara anlam veremez, kurcalar, didikler, sevildiğini gösteren ipuçları arar, bulamazsa sıkıntı verici diye nitelenen talepleri olur. Erkeklerin, “istekleri hiç bitmiyor” diye sızlanmalarına sebep olan taleplerin altında yatan önemli nokta budur.
Tavırlarından anlayamadığı zaman, sevildiğine inanmak için, kendini tatmin edecek başka yollar arar, bu istekler yerine gelince ikna olur. Aslında, yine de ikna olmaz, çünkü o çok daha basit bir sorunun gerçek cevabı peşindedir. “Seviliyor muyum?” Bunların dışında bir şey daha ister, güven duymak. Güven, bir kadına verilebilecek en büyük hediyedir. Erkek, sevdiği kadında güven duygusu yaratmayı başarmışsa, sonsuza kadar onun mutluluğu için çırpınan bir kadına sahip olmuş demektir. Güven denildiğinde sadece akla aldatmak gelmemeli. Kadının, sevdiği erkeğe duymak istediği güven, biraz geniş konuları kapsar. Her şartta, erkeğinin yanında olacağını, ona destek vereceğini bilmek, güvendir. Bir kedi gibi sokulup, koynunda, başını göğsüne yasladığında, hissettiği duygu, güvendir. Çevresinde, sosyal ortamda, eşin dostun yanında, karısını yücelteceğine duyduğu inanç, güvendir. Konu uzayıp gider, kısaca kadının, sevdiği adamı hep yanında, ona sahip çıkacak, kollayacak ve koruyacak olduğuna, sevgisine, bedenine, yaşanmışlıklarına ihanet etmeyecek olduğuna duyduğu inanç ihtiyacının adı, güvendir.
İşte, erkeklerin bir türlü anlayamadığı, “kadın ne ister?” sorusunun cevabı budur. Şefkat, sevildiğini hissetmek ve güven. Dünyanın en basit ve en zor isteğinin cevabı, bu üç ufak kelimede gizlidir. Geriye kalan tüm talepler, bu üç dileği yerine gelmemiş kadının, yine de kendi içinde ikna olmak için sebep aramasının göstergesidir. Elbette, bu maddeleri yerine getirebilecek adamlarda, mangal gibi yürek olması şartı aranır.
Kadınına şefkat gösteren, sevdiğini hissettirebilen ve güven vermiş bir erkek, hayatını bir rüya gibi yaşar. Her zorlukta yanında olacak, tüm yaşamı birlikte omuzlayacak, hem anne, hem aşık, hem sevgili, hem eş ve birçok sıfatı da üstünde taşıyacak bir kadın yaratmak isteyen adam, bu üç önemli ve basit isteği yerine getirmelidir. Bu noktalarda tatmin olmamış bir kadının, istekleri asla bitmez. İşte, o zaman ne filozoflar, ne dünyayı yönetenler, ne sosyal bilimciler, bu soruya cevap bulamazlar. Kadının istekleri, duyguları ve düşünceleri kolay ve basittir; onu bu kadar karmaşık hale getiren, erkeklerdir!